ZEHRA

...

                                                                                                                                                            HİKAYE    

Yapılan bütün tedavilere rağmen çocuğumuzun olmayacağını öğrenmek bizi çok üzmüştü. Zira eşim de benim gibi bir çocuk sahibi olmayı çok istiyordu. İkimiz de varlıklı ailelerin çocuklarıydık. İkimiz de çok iyi tahsil yapmış, tahsil sonrasında ise itibarlı birer iş sahibi olmuştuk. Ailede tek eksiğimiz bir çocuktu.

Mutlu: “Evlâtlık edinelim,” dedi. Böyle bir konuda hiç hazırlıklı olmadığım için cevap veremedim. Ama bunu düşünmeliydim. Günlerce düşündüm. Sonunda anneliğin mutlaka bir çocuk doğurarak mümkün olamayacağına, bir çocuğu evlât edinerek de onun annesi olunabileceğine karar verdim.

Yine bir akşam eşim: “Semra sana bir çocuğu evlât edilelim demiştim. Ben bu fikirden vazgeçmiş değilim. Eğer kabul edersen bizim biyolojik olarak anne ve babası olmadığımız bir çocuğun bakım ve sorumluluğunu üstlenir, ona sevgimizi verir, onun anne ve babası olmayı becerebiliriz. Bu konuda senin de beni desteklemeni istiyorum dedi.

Mutlu’ya: “Ben de senin bu isteğini düşünüyorum. Kabul ediyorum.” dedim.

Ertesi gün Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne giderek müdür beye evlât edinmek istediğimizi açtık. Müdür bey yaşlarımızı sorduktan sonra evlât edinme yaşında olmadığımızı ama koruyucu aile olarak kendilerine bir çocuk verebileceklerini ifade etti. Müdür Beyle birlikte Çocuk Yuvası’na gidip Zehra ile tanıştık. Üç aylıkken annesi tarafından yuvaya bırakılmıştı. Şimdi üç yaşındaydı. O günden sonra da annesi tarafından hiç aranmamıştı. Müdür Bey bize Zehra’nın hikâyesini anlatırken o yanıma geldi ve elimden tuttu. O anda içimden bir şeylerin akıp gittiğini, karşımdaki çocuğun sanki benim doğurduğum çocuk olduğunu düşündüm. İçimde Zehra’ya karşı müthiş bir sevgi patlaması olmuştu.

Bir hafta sonra işlemleri tamamlayıp Zehra’yı evimize getirdik. Bu arada onun odasını da hazırlamıştık. O gece eşim ve benim için en mutlu geceydi. Zira ailemizin mutluluğunu tamamlayan sevgili bir yavrunun eksikliği giderilmişti. Zehra’yı uykusu geldiğinde hemen yatak odamızın bitişiğinde hazırlamış olduğumuz odasındaki yatağına yatırdık. Biraz sonra biz de yattık. Uzun süre uyuyamadım. Birkaç saatte bir kalkıyor ve ne yapıyor diye ona bakıyordum. O ise bir melek gibi saf ve temiz uyuyordu. Neden sonra uyumuşum. Birisi elimden tutmuş beni uyandırmaya çalışıyordu. Gözlerimi açtığımda sabah olduğunu ve elimden tutanın Zehra olduğunu anladım: “Anne hadi kalk.” diyordu. Şaşırdım. “Anne” bir çocuk tarafından bu kelime ile hitap edilmek ne güzel bir duyguydu. Onu yatağa alıp sarıldım, sarıldım. Onun sıcaklığını hissetmek, kokusunu koklamak her halde hayatın en güzel gerçekleriydi. O sırada Mutlu da uyanmıştı. Bizi o halimizle görünce o da mutlu oldu. Ben de bana bu güzel duyguları yaşatan, evlendikten bu tarafa hep iyi davranan, destek olan eşimle gurur duydum.

Annem Zehra’ya bir bakıcı buldu. Zaten Zehra eve geleli o da bizi hiç yalnız bırakmıyordu. Annem ve Babam Zehra’yı öz torunları gibi sevdiler. Artık onsuz olamıyorlar, onu görmediklerini gün mutsuz oluyorlardı.

Beş yaşına geldiğinde Zehra’yı anaokuluna yolladık. Zehra okulu ve arkadaşlarını çok sevdi. Ona iyi eğitim aldırmak istiyorduk.

Bursa’da  yaşayan Mutlu’nun anne ve babası gerek bizim Bursa’ya gittiğimizde ve gerekse onlar bize geldiklerinde Zehra’nın üzerine titriyorlar, konuşmalarında Zehra ile yatıp, Zehra ile kalkıyorlardı.

Günler, aylar geçip gidiyordu. Zehra, büyüyor bize daha çok bağlanıyordu. İlkokula başlayacağı yıl ona gerçek anne ve babası olmadığımızı, onun başka bir anne ve babası olduğunu, onun soyadının da bu yüzden tutmadığını zorla söyledik. Ama o söylediklerimize tepki göstererek cevap verdi. Bizim bunları kendisini kızdırmak için söylediğimizi zannetmişti. Biz de ona bu gerçeği daha ileride söylemeye karar verdik.

Zehra’nın gittiği İlköğretim Okulu şehrin en başarılı özel okullarından biriydi. Öğretmenini sevmişti. Öğretmeni de onu. Her gün onun ellerinden tutup okuluna bırakmak, akşam okulun bahçesinde onu beklemek en büyük zevkimdi. O benim her şeyimdi. Ayağını bir yere vursa, ondan fazla acı çekiyor, hasta olduğu geceler hiç uyumadan yatağının başında bekliyordum.

Zehra’nın dokuzuncu yaş gününü kutlamak için bütün aile ve onun okul arkadaşları evimizde toplanmıştık. Zehra, bütün arkadaşlarıyla tek tek ilgilendi. Onlara kendisine aldıkları hediyeleri açarak teşekkür etti. Benim ve Mutlu’nun Anne ve babası da Zehra’yı yaş gününde yalnız bırakmamışlardı. Zehra, yaş günü pastasını kestikten sonra arkadaşlarıyla oynamaya daldı. Sohbet ediyor, onu seyrediyorduk.  O sırada telefon çaldı. Eşim ahizeyi alıp konuşmaya başladı. Konuşma hayli uzun sürdü. Bu konuşmanın onu üzdüğü yüz hatlarından belli oluyordu. Ama kendisi bir şey söylemedi. Gece herkes yatıp da ikimiz baş başa kalınca eşim konuyu açtı: “Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nden aradılar, Bugün Zehra’nın annesi gelmiş, Zehra’yı almak istiyormuş.” dedi.

Başımdan aşağı sanki kaynar sular döküldü. Dokuz yıldır bir kere bile evlâdını aramayan bir anne, şimdi nasıl olur da onların canı gibi sevdikleri evlâtlarını onlardan isteyebilirdi. Nasıl olur da Zehra’yı hiç tanımadığı bir kadına “İşte bu senin annen, hadi onunla git.” diyebilirlerdi.

Mutlu’ya sarıldım, ağlamaya başladım. Bir yandan da “Niçin?  Niçin?” diye haykırıyordum.

Mutlu ile birlikte Zehra için savaşmaya, ne gerekiyorsa yapmaya karar verdik. Ertesi gün, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne giderken devletin ve kanunlarının bizim yanımızda olacağına inanıyorduk…

(1) Meskânları Konağı / Mehmet SAYAN

Kastamonu Belediye Başkanlığı Yayını /   2006

Etiketler :
, , , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum