ESKİ DOSTLAR

...

HİKÂYE



O yıl tatil için Çeşme’yi tercih etmiştik. Bir tatil sitesinde bir aylığına kiraladığımız yazlıkta kalacaktık. Ankara’dan önce İzmir’e oradan da gelinimizi ve torunları alıp Çeşme’ye geldik. Tatil sitesi, Çeşme’ye bir kilometre, Alaçatı’ya 10 kilometre mesafedeydi. O yıllarda Alaçatı, tatil için çok revaçtaydı. Bütün gazetelerin magazin sayfaları, televizyonların magazin programları Alaçatı’dan bahsediyordu. Torunlar: “Bir akşam Alaçatı’ya gidelim.” deyince Hanım: “Cumartesi günü Alaçatı’da pazar kuruluyormuş. Çok meşhurmuş. Cumartesi gidelim. Akşam yemeğini de orada yeriz. Çocuklar da gece gezerler.” deyince: “Tamam gidelim.” dedim.

O gece aklıma Aydın Ortaklar Öğretmen Okulu’ndaki öğrencilik günlerim geldi. Arkadaşlarımdan biri Çeşmeli Ali idi. Çeşme’nin bir köyünden gelen bu saf, temiz çocuk kimseyi kırıp incitmez, herkesle iyi geçinirdi. Dersleri de iyiydi. Son sınıftaki köy stajını da birlikte yapmıştık. Mezun olduktan sonra Ali’nin ataması Giresun’a, benim atamam da Tokat’a yapılmıştı. O yıllarda telefon haberleşmesi çok zordu. Bir süre mektuplaştık. Daha sonraki yıllarda mektup yazmalarımız seyrekleşti. Son mektubunda evlendiğini, atamasının eş durumundan İzmir’e yapıldığını yazmıştı. Dünya dertleri ile birbirimizi kaybettik. “Madem bir ay buradayız. Şu Ali’yi bir araştırayım. Belki bulurum.” diye düşündüm.

Bizim gibi kiracı olmayıp kırk yıldır burada ev sahibi olup kalan emekliler vardı. Ertesi gün onların arasına karışıp arkadaşlık kurdum. İki tanesi emekli öğretmendi. Bir tanesi aşağı yukarı benimle aynı devreydi. Ona Ali’yi sordum. Tanıyordu: “Alaçatı’da yaşıyor. Oteli var.” dedi. Otelin de yerini tarif etti.

Cumartesi Alaçatı’daydık. Arabayı park ettikten sonra hanım, kızım ve gelinimle pazara, torunlar çarşıyı gezmeye gittiler. Ben de arkadaşım Ali’nin otelini aramaya başladım. Alaçatı çok kalabalıktı. İki katlı taş evler Alaçatı’nın sembolüydü. Evlerin cepheleri rengarenk çiçekle bezenmişti. Yollar dardı. İşyerlerinin önüne birer sıra masa konulmasına da izin verilmiş, çok hareketli cıvıl cıvıl bir ortam sağlanmıştı. Çok kısa sürede üç gelin-damatla karşılaştık. Nikâh sonrası fotoğraf çektirmek için Alaçatı’yı tercih etmişlerdi. Sora sora oteli buldum. Ali, bekleme salonunda oturuyordu. Aradan geçen 40 yıl onun saçlarını bembeyaz yapmış, fakat siması hiç değişmemişti. “Hayırlı günler Ali.” dedim. “Sağ olun hoş geldiniz.” dedi ama beni tanımamıştı. Adıyla da hitap ettiğim için şaşırmıştı. Ayağa kalktı. Dikkatle yüzüme bakmaya başladı. Demek ki ben ona nazaran çok değişmiştim. “Ali, ben Ortaklar’dan arkadaşın Cemal” der demez birbirimize sarıldık…

“Hayırdır nereden çıktın böyle?” diye sordu. “Bir tatil vesilesiyle Çeşme’deyiz. Buraya gelince de seni bulmaya karar verdim. Sitedeki bir emekli öğretmen seni tanıyormuş. Sana o arkadaşın sayesinde ulaşabildim.” dedim. Çaylarımızı içerken: “Sen neler yaptın? Bu otelcilik işine nasıl başladın?” diye sordum. Zira onun ailesinin köyde yaşadığını, fakir bir ailenin çocuğu olduğunu biliyordum. Bu otel işi emekli ikramiyesiyle olamazdı…

Ali: “Alaçatı’ya on beş yıl kadar önce bir beş yıldızlı büyük otel yapıldı. Bu otele gelen meşhur kişiler televizyonlarda görünmeye başlayınca insanlar Alaçatı’yı keşfetti. Zenginler, arazi alarak villalar, yatırımcılar turistik tesisler yapmaya başladılar. Böylece bizim para etmeyen verimsiz topraklar para etmeye başladı. Biz de aile olarak kat karşılığı anlaştığımız bir arkadaşa arazimizi verdik. Anlaşmamıza göre bize dört villa, bir de otel yaptı. Villaların ikisini iki kızıma verdim. Birinde de ben oturuyorum. Bir tanesini de sezonluk kiraya veriyorum. Otel, emeklilik sonrası benim için bir meşgale oldu. Zaten başında müdürümüz var. O her işi düzenli olarak takip ediyor. Çok iyi bir çocuk. İşte ben de gelip oturuyor, gazetemi okuyor, çayımı içiyorum. Arkadaşlarla bir buluşma yerimiz oldu. Biliyorsun fakir bir ailenin çocuğuydum. Zorluklarla okudum. Yatılı bir okulda parasız yatılı olarak okumasaydım mümkün değil okuyamazdım. Evlendiğimizde de hiçbir şeyimiz yoktu. Çok zorluklar çektik. Çocukları sıkıntılar çekerek okuttuk. Ama son zamanımızda kader yüzümüze güldü ve Alaçatı’nın yükselişiyle birlikte biz de bundan istifade ettik.”

Ali ile aynı kaderi paylaşmıştık. Bizim bir kalp krizi sonunda genç yaşta oğlumuzu kaybettiğimiz gibi o da bir trafik kazasında oğlunu kaybetmişti.

Ali: “Evimiz müsait. Koca evde karı koca iki kişiyiz. Sizi bırakmam benim misafirim olacaksınız.” dedi. Onu zorla ikna ettim. Çünkü torunlar kaldığımız siteyi beğenmişler, orada çok güzel vakit geçiriyorlardı. “O zaman yarın akşam sizleri yemeğe bekliyorum. Ailelerimizi tanıştıralım.” dedi.

Yemekte Ali ve ailesiyle birlikte olduk. Onlar da bizim kaldığımız yere geldiler. İki eski dost uzun uzun eski günleri konuştuk. Öğretmenlik hatıralarımızı paylaştık. Hanımlar ve çocuklar da tanışıp kaynaştılar… Böylece Ali ile olan dostluğumuz, aile dostluğuna da dönüştü.

Bir aylık Çeşme tatili bittiğinde Ali ve ailesiyle bundan sonra daha sık buluşmaya karar vererek vedalaşıp yola çıktık. Eski dostumu yıllar sonra tekrar gördüğüm için mutluydum… (1)

_________________________________________

(1) Şehidini Bekleyen Baba / Mehmet SAYAN

Kastamonu Belediye Başkanlığı Kültür Yayınları

Etiketler :
, , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum