GELİNLİK
...
Oturduğu
sedirden perdeyi aralayarak dışarıyı seyreden Hatice, uzaktan yeni bir kağnı
kafilesinin gelmekte olduğunu gördü. Kafile hayli kalabalıktı. Kağnı
gıcırtıları yaklaştıkça kafiledekiler daha da seçilmeye başladı: "Dün gece
mola vermiş olmalılar." diye düşündü kendi kendine. Sırtlarındaki
çocuklarıyla kafileye katılan genç kadınlara, bastonuna dayanarak zorla
yürüyen gaziye hayranlıkla baktı. Her gün evlerinin önünden yüzlerce insan,
cephede savaşan insanlara cephane yetiştirebilmek için akın akın geçiyorlardı.
Açlık, susuzluk, kar, kış demeden yola çıkan bu insanlar Türk milletinin kolay
esir edilemeyeceğini adeta bütün dünyaya haykırıyorlardı. Gözleri dolu dolu
oldu. Yanağına süzülen bir damla gözyaşını oyalı yemenisiyle silerken kafile
yavaş yavaş uzaklaşıp gözden kayboldu.
Camın
kenarındaki saksılara su koydu. Çiçekleri kokladı. Bu çiçekler onun tek
eğlencesiydi. Onlarla oyalanıyordu. O çiçeklerde memleketin kokusu vardı. Bu
yüzden çiçeklerine gözü gibi bakardı. Karşıda bir kartal yuvası gibi duran
Kastamonu Kalesi’ne baktı. Sanki Türk kumandanına âşık olan Moni'yi görür gibi
oldu. "Moni'nin hikâyesi keşke mutlu sonla bitseydi." diye düşündü.
Babası bir
akşam eve Mehmet Efendi adlı, esmer, babayiğit bir misafir getirmişti. Kim
olduğunu bile bilmediği bu delikanlının bir gün gelip kendisine talip
olabileceğini aklına bile getirmemişti. Delikanlı Cezayir'den gelmişti. Fransızlar
onu Türklere karşı savaşmak için göndermişler, fakat o savaşmak için geldiği
insanların Müslüman olduklarını öğrenmesi üzerine elindeki makineli tüfeğiyle
kaçarak Türklere iltica etmişti. Mehmet Efendi'nin hikâyesini öğrenince o esmer
delikanlıya hayran olmuştu. O akşam, Mehmet Efendi'nin de kendisini
beğendiğini aklının ucundan bile geçirmemişti. Bu sebeple kendisini istemeye
gelen Hasan Ağa ile hanımının Mehmet Efendi için geldiklerini öğrenince şaşkına
dönmüştü.
Babası:
"Kızım sen ne dersin?" diye kendisine fikrini sorunca: "Siz
bilirsiniz." diyebilmişti. Alelacele düğün günü kararlaştırıldı. Zira
Mehmet Efendi, makineli tüfeğiyle birlikte cepheye gidecekti.
Sedirden
kalkarak duvarda asılı duran gelinliğe baktı. Eliyle gelinliğe dokundu. Her
genç kız gibi yıllarca böyle bir gelinliği giymenin hayalini yaşamıştı. Şimdi
nihayet hayalleri gerçek olmuştu. Oldukça fakir olan ailesi bu gelinliği
alabilmek için hayli zorlanmıştı. Ama özellikle annesi: "Kızımı
gelinliksiz evlendirmem." diye tutturmuştu. Kendisi de annesinin bu
sözlerini suskunluğuyla tasdik etmiş, nihayet gelinlik alınmıştı. Daldığı
düşüncelerden annesinin sesi ile uyandı. "Kızım kapı çalınıyor
baksana." Pencereye giderek kapıya baktı. Kapıda iki kadın duruyordu.
Aceleyle aşağıya inerek kapıyı açtı. Gelenler Sağlık Müdürü ile Maarif
Müdürünün hanımlarıydı. "Buyurun" dedi. Sağlık Müdürü'nün hanımı:
"Sağol kızım, girmeyelim. İşimiz çok. Biz sizi yarın Müdafaa-i Hukuk
Hanımlar Cemiyeti olarak düzenlediğimiz müsamereye davet ediyoruz" dedi.
Hatice: "Teşekkür ederim, anneme söylerim. İnşallah geliriz." cevabını
verdi. İki hanım "Allahaısmarladık." diyerek yandaki eve doğru
uzaklaştılar. Kapıyı kapatıp yukarı çıktığında işini bitiren annesinin de odaya
geldiğini gördü. Annesinin “Kızım gelenler kimmiş?” sorusu üzerine "Sağlık
ve Maarif Müdürlerinin hanımları yarın bizi müsamereye çağırıyorlar."
cevabını verdi. Anne kız birlikte ertesi gün müsamereye gitmeye karar
verdiler.
Bir süre
sonra babası geldi. Sofra altını sererek sofrayı getirdi. Hep birlikte yemeklerini
yediler.Yatma zamanı gelip de odasına çekildiğinde uzun süre karşıdaki duvarda
asılı duran gelinliği seyretti. Zaman zaman Mehmet Efendi'nin yüzü karşısında
beliriveriyordu.
Lisedeki
müsamereye gittiklerinde salon hemen hemen dolmuştu. Müsamere Saime Hanım'ın
ateşli bir konuşması ile başladı. Saime Hanım, memleketin içinde bulunduğu durumu
ve Türk kadınlarının neler yapmaları gerektiğini o kadar güzel bir şekilde
anlattı ki herkesin gözlerinden yaşlar boşandı. Daha sonra vatanın içine
düştüğü felâketler öğrenciler tarafından canlandırıldı. Müsamere sonunda bazı
kadınlar altın, küpe gibi değerli eşyalarını vatan savunmasında harcanmak
üzere Kızılay'a bağışladılar. Bu manzara karşısında Hatice ilk defa bir şey
yapamamanın ezikliği içinde fakirliklerine üzüldü. Zira o da cephedeki insanlar
için bir şeyler yapabilmek isterdi.
Müsamere
bitip de eve geldiklerinde uzun süre konuşmadılar. Hatice o gece sürekli
düşündü. Bir türlü uyuyamadı. Sabah ezanı okunurken kalktı. Babası sabah
namazını kılmak üzere camiye gidiyordu. Ocağı yakarak çorba yapmak üzere
tencereye su koydu. Bir süre çıtırdayarak yanan odunları seyretti. Tarhana
çorbasını elindeki tahta kaşıkla yavaş yavaş karıştırırken annesi de geldi.
Akşamdan beri kafasında tasarlayıp durduğu şeyi annesine söyleyiverdi:
"Anne, gelinliği satalım. Parasını da Kızılay'a yatıralım." Annesi
şaşkınlıkla: "Nasıl olur, hiç gelinliksiz düğün olur mu?" diye
itiraz etti. Hatice; "Cephede savaşan askerlerimizin yaralarını sarmaya
sargı bezi bulunamazken ben süslü ve pahalı bir gelinlik giyemem. Mutlaka
satılsın. Parası ile cephedeki yaralı gazilerimize sargı bezi alınsın."
diyerek ısrar etti.
Biraz sonra
babası da geldi. Birlikte çorbalarını içtikten sonra annesi gelinliğin
satılmasıyla ilgili fikrini babasına söyledi. Babası Ziya Efendi'nin hiç bu
kadar duygulandığını görmemişti. Gözyaşlarını onlardan saklamak için doydum
diyerek sofradan kalktı.
Babası o gün
gelinliği otuz liraya satarak parasını Kızılay'a yatırdı. O akşam, ailece hiç
bu kadar mutlu ve huzurlu olmamışlardı.
Hatice'nin düğünü, giydiği basit basma entari ile yapıldı.
Düğünden bir hafta sonra ise Mehmet Efendi'yi cepheye uğurladılar... ( 1 )
(1)
Mehmet
Sayan / Şehit Şerife Bacı- Kurtuluş
Savaşı Hikâyeleri
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.