ÖPÜLECEK EL
...
O gün, Cumhuriyet Meydanı'nda yaptırılan Atatürk ve Şerife Bacı Anıtı'nın açılışı Başbakan tarafından yapılacaktı. Törenin sunuculuğu ile görevlendirildiğim için hazırlıkları bir kere daha gözden geçirdim. Konuşma yapacak öğretmeni ve şiir okuyacak öğrenciyi kürsüye yakın bir yere aldım. Meydan tamamen dolmuştu. Kastamonu, tarihi günlerinden birini daha yaşıyordu.
Başbakanın gelişi ile birlikte töreni başlattım. Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı'nın söylenmesinden sonra görevli öğretmen İstiklâl Savaşı'nda kadınlarımızın yaptıkları kahramanlıkları anlatan etkili bir konuşma yaptı. Bunu takiben bir öğrencinin okuduğu "Şehit Bacı" şiiri, kalabalıkları duygu seline boğdu. Vali Bey'in konuşmasından sonra Başbakanı, konuşmalarını ve anıtın açılışını yapmak üzere mikrofona davet ettim. Başbakan, dinleyen herkesi etkileyen çok güzel bir konuşma yaptı. Konuşmasının bitimi ile birlikte anıta sarılı olan bayrağı indirerek alkışlar arasında açılışı yapan Başbakan, bir süre sonra tören alanından ayrıldı. Herkes anıtın muhteşemliği karşısında hayran kalmıştı. Kağnısının başındaki Şerife Bacı günümüz insanına vatanın nasıl ve ne şartlarda kurtarıldığını çok etkili bir şekilde anlatıyordu.
Kürsüden inerek görevli öğretmen ve öğrencileri tebrik ettim. Tam o sırada yanıma gelen genç bir adam: "Hocam öpeyim." diyerek elime sarıldı. Gencin elimi öpmesine mani olmak istedim. Fakat genç: "Hocam ne olur esirgemeyin." diyerek zorla elimi öptü. Genç adam: "Hocam ben Selçuk." dedi. Bu ad ve bu yüz bana hiç yabancı gelmemişti. "Acaba bu delikanlı hangi okuldan öğrencim?” diye kendi kendime düşündüm. Selçuk, "Hocam sizinle yıllar önce ilk defa bu meydanda karşılaşmıştık. O gün benim hayatımda bir dönüm noktası oldu. O karlı günde ben boya sandığımla yanınıza gelerek ayakkabınızı boyamak istemiştim."
Birden beynimde şimşekler çaktı. Bu genç adam o günkü soğuktan titreyen, elleri, yüzü soğuktan morarmış o küçük çocuk muydu? "Selçuk, sen ha!" diyebildim. Birbirimize sarıldık.
Onu gerçekten de yıllar önce bu meydanda tanımıştım. Birden o güne dalıp gittim. Kar o kadar güzel yağıyordu ki otobüse binmeyerek Cumhuriyet Meydanı'na kadar yürümüştüm. Hükümet konağı, askerlik şubesi, defterdarlık karların altında bambaşka bir görüntüye kavuşmuştu.
Meydanın ortasında yer alan eski Atatürk Anıtı'nın yanına gelmiştim ki cılız ve titrek bir sesle irkildim. "Boyayayım abi! Boyayayım abi". Sırtında giyecek ceketi dahi olmayan, o soğukta, o kar yağışının altında gördüğüm bu çocuk yüreğimi parçalamıştı. "Oğlum niçin üzerine bir şey giymedin? Hasta olursun." dedim. Hiçbir şey demeden mahçup bir şekilde boynunu büktü. "Senin adın ne?" dedim. Korkarak; "Selçuk." dedi. Okula gitmiyor musun?" diye sordum. "Hayır." dedi yavaşça. Babasının vefat ettiğini, annesinin işi olmadığını öğrendim. "Ben sana yardımcı olsam okula gider misin Selçuk?" diye sordum. Gözleri çakmak çakmak olmuştu. "Okurum amca." dedi, utanarak.
Selçuk'la birlikte annesine giderek onun okumasıyla ilgili onay aldım. Daha sonra Millî Eğitim Müdürlüğü'ne giderek oradaki müdür yardımcısı arkadaşıma durumu anlattım. Arkadaşım, çocuğu "İhsangazi Yatılı ilköğretim Bölge Okulu'na yerleştiririz." dedi. Birkaç gün içinde gerekli formaliteler tamamlandı, onaylar alındı. Selçuk'u yanıma alarak İhsangazi'ye götürdüm ve okula yerleştirdim. Selçuk, okulunu bitirince parasız yatılı okumak üzere İstanbul'daki bir liseye gitti. Zaman zaman aldığım mektuplarla başarılı bir öğrenci olduğunu öğrendikçe seviniyordum. Tayinimin çıktığı yıl, o da liseyi bitirip üniversiteye girecekti. İşte o yıl birbirimizle irtibatımız kesildi.
Ama işte yıllar sonra yine bu meydanda onunla buluşmuştuk. Selçuk, hayatın çarkları arasında kaybolup gitmemiş, mücadeleyi kazanmıştı. Selçuk'un mücadeleyi kazanmasında bir parça da olsa katkım olmasından dolayı gurur duydum.
Etrafımızdakiler merakla bana ve Selçuk'a bakıp duruyorlardı. Selçuk yanındaki arkadaşlarına: "Arkadaşlar, Hocamı size tanıtayım. İşte size her zaman bahsettiğim, her şeyimi borçlu olduğum Hocam. Ben onun o mübarek elini öpmeyeyim de ne yapayım arkadaşlar. İşte öpülecek el, bu el arkadaşlar." dedi.
Selçuk bir televizyon kuruluşunda yapımcı olarak çalışıyordu. Yanındaki arkadaşları da onun ekibinin elemanlarıydı. Selçuk: "Hocam, sizinle kalmak isterdim. Fakat bugün mutlaka Ankara'ya dönmek zorundayız. Ama ilk fırsatta ziyaretinize geleceğim. Bu arada sizi gelecek ay yapılacak nikâhıma davet ediyorum. Ne olur şahidim olun. Bu şerefi benden esirgemeyin." dedi. "Memnuniyetle evlâdım." diyebildim.
Selçuk ve arkadaşları otomobillerine binerek Ankara'ya dönmek üzere yola çıktılar. Cumhuriyet Meydanı'ndan ayrılırken kendimi daha mutlu hissediyordum...(1)
------------------
Siz Hiç Kastamonu’yu Gördünüz mü? / Mehmet SAYAN
Kastamonu Belediye Başkanlığı Yayını
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.