Derdimiz insanlık...
...
Bir gün Kufeli’ler Hz. Ali’ye; “Ya Ali!.. Senden önce Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman vardı. Onlar
zamanında senin zamanında yaşadığımız sıkıntıların hiçbirisi yoktu. Sen
geldiğinden beri hep sıkıntı yaşıyoruz.” dediklerinde Hz. Ali, ‘Alice’ bir
cevap verir ve derki; “Evet, onlar
zamanında onlar ve biz vardık. Bizim zamanımızda onlar yok. Siz ve biz varız.”
Zamanın hızlandığı son dönemde zamana eşdeğer şekilde meselelerde,
problemlerde, kolaylıklarda, ayrıntılarda, işbölümlerinde, vakalarda,
teknolojide hülasa her alanda gerek kemmiyet gerekse keyfiyet yönünden müthiş
bir artış var, gelişme var, bozulma var, çekişme var. Elbette bu durum müspet
veya menfi bir şekilde etki ediyor hayatımıza. Lakin ekseriyet menfi olarak
tezahür ediyor.
…
John Jack Rousseau; “Teknoloji
hiçbir zaman insana mutluluk getirmemiştir.” der. Ülkemiz insanı açısından
da baksak, insanlık alemi açısından da baksak, insanlığın ulvi değerlerinden
uzaklaşmasının en yoğun olduğu bir dönemde bulunuyoruz. Ademoğlunun hayatı
başladığından beri elbetteki insanlığın vicdanında inişli-çıkışlı birçok dönem
olmuştur. Ama 21. yy’daki kadar şiddetli inişe sahip olan bir dönem olmamıştır.
Adeta teknoloji geliştikçe insanın başta kendisi olmak üzere başta insan olmak
üzere tüm canlılara hatta kainata zulmü artmaktadır. Diğer bir deyişle hayatımızda
birçok alanda kolaylık sağlayan teknolojinin gelişimine paralel olarak insanın
vahşeti de artmaktadır. Hele de bu vahşeti diğer canlılara veya çevreye yapması
almıyor da, kendi türüne yapmasını hafsala hiç almıyor. İnsanoğlu kuşlar gibi
uçmayı da öğrendi, balıklar gibi yüzmeyi de öğrendi. Lakin kardeşçe bir yaşamı
unuttu, kalabalıklardaki yalnızlığı kendisine zorunlu bir tercih olarak kabul
ettirildi ve zulmün mimarı bir azınlığa teslim oldu. Böylece insanlık aleminde
çok cüz’i bir kısmı oluşturan bir zalim azınlığın dizayn-hakimiyet niyetine,
çabasına, faaliyetine çoğunluğu oluşturan kısım ya sessizlikle ya sesle destek
oldu. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de Hud Suresi 113. ayette; “Zulmedenlere meyletmeyin.
Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra
size yardım da edilmez.” buyrulmaktadır.
Bu aşamaya gelinmesinde elbette ki insanın fıtrat icabı
kendisinde olan manevi iklimin terki, bütün ölçülerin maddiyat sınırları
içerisinde değerlendirilmesi ve kabulü en temel etkendir. Haliyle öncelikle bir
düzelme olacaksa bu yine bizatihi insanın kendisinden başlayacaktır. Zira
eskilerin beyanıyla salah olmadan ıslah, reşad olmadan irşad olmaz. Yani önce
insan kendisi düzelecektir ki, bu durum çevreye de söylendiğinde veya çevrece
gözlendiğinde sirayeti mümkün olsun.Aksi halde kişinin kendisinde düzelme
olmadan yaşanılan toplumda düzelme beklemekte, düzeltmeyi umut etmekte
nafiledir.Bunun içinde doğruda birleşmek ve doğruyu kabul etmek ve bu kabulle
birlikte doğru bir yolda yürümek gerekir.Nitekim doğru yolda yürünmeden
başkaları doğru yola sevk edilemez, çağrılamaz, çağrılsa da etkisi olmaz. Aksi
halde yanlışlarda ısrar en büyük felaketlere davetiye çıkaracaktır.
…
Bir diğer nokta; problemlere bakışımız nasıl olmalıdır. Kendi
problemlerimizi mi çözmeliyiz yoksa problemin kendisini mi çözmeliyiz. Sadece
kendi problemimizin çözümüyle ulaşılacak sonuç nedir? Problemin kendisinin
çözümüyle ulaşılacak sonuç nedir? Odak noktamız problem mi yoksa kendimiz mi?
Enemiz mi önde olmalı biz mi? Kendimizle ulaşacağımız iskelet ve kas
sisteminden ibaret bir varlık mı yoksa prensipleri ve inançlarıyla bir karakter
oluşturan bir değer mi? Tercih elbette insanın. Lakin algıya hükmedemeyen,
kendisine oluşturulan zindanların dışına çıkamayan insanoğlu, felah için
tabiatına uygun iradesini ortaya koymak ve uyanmak zorundadır. Aksi halde,
insanoğlunun özgür iradeyle tercih değil, önüne konulan seçeneklerle
kısıtlanıp, egemenlerin tercihlerine alet edilmesinden öte bir neticeye
varılmaz.
…
Evet… İnsanlık oluşturduğu, oluşturulan batıl “izm”lerin dışına
çıkmak zorunda. İnsanlık uyanmak zorunda. Hem kendisi hem dünyası hem de
ahireti için uyanmak zorunda. Huzur için, zulmün son bulması için, tüm nesiller
için uyanmak zorunda ve uyanacak da… Uyanmak istemeyenler iki alemde de
kaybedecek. Uyananlar ise mutlaka kazanacak. Çünkü sünnetullah bunu
gerektiriyor. Buna göre de imhal olacak ama ihmal olmayacak. Kolaylığıyla
zorluğuyla yeni yeni imtihanlar yaşanacak. İyinin ve kötünün tarafları tespit
edilecek. Ve yeryüzünde akıbet muttakilerin, veraset ise mutlaka iyi kulların
olacak.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.