Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Ben utanıyorum da…

...

“Burası dünya! Ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi… Ekip biçip gidecektik.” diyor rahmetli Cahit Zarifoğlu. Dünyada yaşayan ama dünyaya bağlanmayan olmak. Herşeyin bir imtihan olduğunun şuurunu taşımak. Lütfun da hoş, kahrın da hoş diyebilmek. Verenin de alanında “O” olduğunu bilmek. Hakkını her şartta muhafaza etmek. Yığılmış servetlerin içinde bir kalbur samanı dahi olmamak. Emeğinin karşılığını ummak ve almak. Vade dolunca bir ömrün hesabını verebilirliğin vicdani huzuruyla ebediliğe bir hicret gerçekleştirebilmek.

İşte büyük sıfırlamamıza giderken herkesin kendisine göre kıymetlisi var. Kimine gözbebeği evladı, kimine yüreğinden büyük makamı, kimine de değerini gösteren parası. Herkes bir şeyleri korumanın peşinde; kimi iktidarını, kimi hayatını, kimi halini...

Şahsına münhasır coğrafyamızda onca yılı devirdikten sonra şimdi de şahsına özel günlerden geçiyoruz. “Utanma”nın zirvede olması gerekirken en dipte olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Din tacirlerinin değerlerimizi değersizleştirmekten başka bir halt etmediklerini görüyoruz. Utanması gereken arsızların arasında bırakılıyoruz. Gözlerindeki utanmazlıklarını marifet diye pazarlayan, yüreğimizden anlamayan bezirganlara mahkum ediliyoruz. Gidemediğin yolların, gezemediğin ülkenin övüncünü taşıyoruz. Taşların mahkum, hırsızların mağrur olduğu bu cennet topraklarda yaşayan bir millet olarak cehennemi adımlatılıyoruz. Şereflerini makamlarından alanlar, parasıyla laf yapanlar sahte bakiliklerinin gerçek faniliğe dönüştüğünü göremeyecek kadar akıldan ve izandan yoksunken, hala hikayeleriyle yamalı fistandan, üç tane hurmadan dem vuruyor. Birileri bizim sırtımızdan zenginliklerine zenginlik katarken, dinleyenlere fakirliğin edebiyatını yapmaktan utanmıyorlar.

Seller geliyor, kasırgalar tarumar ediyor, depremler uyarıyor, yangınlar yanışımızı haber veriyor, gençliğimiz elden gidiyor, toprağımız ayağımızın altından kayıyor, eşyalar insandan daha değerli hal alıyor, ölüm hayatın hemen yanındayım diyor, lakin insan umarsızlığına devam ediyor. Meymenetsiz suratlar, vicdanı olmayan kalpsizler, gördüğünü zanneden uğursuz bakışlar başka müsebbib arıyor, aynaya bakmadan makamlarında. Bize de sadece utanmak kalıyor.

Halbuki; nice annelerin haykırışı oldu, bebeğini doyuramamanın acısında. Bebeklerin gözyaşı açlıktan-kaçıştan semaya uzandı, ya deniz kenarında ya da dağılmaya başlayan bir pazarın akşam vaktinde çöp kutusunun yanıbaşında. Olur ya, ya şikayetimiz ulaşır semaya ya da bir lokma buluruz pazardan kalanda. Pazarda yoksa sokak arasında çöp kutusunda belki kalmıştır birkaç lokma. Daha gencecik yaşlarında evlatların yaprak misali savruluşu en hüzünlü mevsim oldu anne-babanın kalbinde, bir gurbet hasretinde, bir sisteminin içinde. İşveren işçisinin yüzüne bakamaz oldu, sonu belli olmayan yolda. Eşler yabancılaştı aynı odada. Komşular tanınmaz oldu aynı katta. Birilerinin keyfine gitti canlar. Akşam dönerken sadece bir lokma nasıl götürürümün derdine düştü kapitalizmin çarkındaki insan. Çocuğunu bir oyuncak dükkanının önünden geçiremez oldu babalar. Ahlak, Bebek sahilinde boğulurken, adalet koridorlarda kayboldu. Benim memurun işini bilirken, çalmayı bilemeyen fakirler de öğrendi değerli ekabir sayesinde. Ve çuvallarını doldurmaktan başka amacı olmayanlar yine anlamadı, onlar yine utanır olmadı da, utanmak yine bize düştü.

...

Haydi yabancı tahrik için bizim değerlerimize saldırabilir, belki bilmiyordur belki de düşmanlığındandır. İyi de kainatın kataloğu Kur’an’a bu gençliğin muamelesi nedir, deizmin, ateizmin zirve yaptığı bu toplumda. Üniversitelerin adının üniversite olduğu, gençliğin uyuşturucuya müptela edildiği zamanımızda bir ömür, daha baharında rehin alındı, Asım’ın nesli denilerek en fiyakalı sloganla. Tonlarca tarım ürünü pazarlanamıyor, insanlara ulaştırılamıyor, paranın pul olduğu, yakıtın altın olduğu bu zamanda. Birilerinin itibarı için bir millet göz göre göre kandırılıyor gözlerinin içine bakılarak. Sonra…

Soruşturmaya maruz kalmayan, adli bir vak’a yaşamayan bu gidişle kalmayacak bakanlık istatistiklerinde. Kimisinin kaç dikişle tekerrür ettiği malum ve meçhul. Tamam herkes sorgulansın da kime ifade verelim? Savaşta Boşnakları çırılçıplak soyan Sırp polisine mi, çırılçıplak soyduğu Uygurlar’a her türlü işkenceyi reva gören Çin polisine mi? Nereye bu gidişin sonu, merak bile etmek istemiyor insan, yığınların çöküşünü görünce. Geriye sadece utanç kalıyor da utanmazların yerine, ama hep bir ayet rahatlatıyor insanı: “Göğün ve yerin Rabbine and olsun ki, sizin konuşmanız nasıl gerçek ise, bu vaad de öyle gerçektir.” (Zariyat, 51/23)

Etiketler :
, , , , , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum