BAHTSIZ MEMLEKET…
...
Türkiye bir garip ülke… Göktürkler’den Uygurlar’dan gelen
tarihi mirasında Selçuklu ve Osmanlı ile zirve yapmış bir millet, bir asırdır
Türkiye Cumhuriyeti olarak devam ediyor.
Asırların oluşturduğu tarihi birikimiyle bu devletin
insanlık aleminde siyasette, ekonomide, ahlakta hülasa kalkınma ve gelişmişlik
açısından en zirvede olması gerekiyor. Lakin tarihin en şerefli milletinin
ülkesi, yoksun bir halde cehennemi yaşıyor.
Tabi bu yaşanılanların muhakkak bir altyapısı var. ABD'nin BM
temsilciliğini yapmış ve Başkan Bill Clinton zamanında da dışişleri bakanlığı
yapmış olan Madeleine Albright’a atfedilen çok önemli bir söz var. Diyor ki bu
zat; “Türkiye, Türklere verilemeyecek kadar büyük bir ülkedir." (Batıda
“Türk” ifadesinin “Müslüman” manasında kullanıldığını hatırlatalım.) Geldiğimiz
aşamada bu ülkenin gerçek sahiplerinin bu ülke insanı olmadığını, yaşadığımız
tüm hadiseler göstermektedir.
İşte böyle bir ülkede küçüklüğümüz, Özal’ın kemer sıkma
politikalarıyla ve çağ atlatmasıyla geçti. Haliyle kendimi bildim bileli bu
millet kemer sıkar. “Benim memurum işini bilir” vecizesini Türk edebiyatına
kazandırmıştı Özal… Demek ki kişinin fikri neyse zikri de o oluyormuş. Ama her
ne hikmetse o dönemde kemer sıkmaktan bir türlü kurtulamazdık. O kadar kemer
sıkmaya rağmen yine de o dönemde insanlar şimdiye göre daha mutluydular. Paramız
daha değerliydi.
Sonra 2002 itibariyle aynı ekolden Ak Parti iktidarı
başladı. Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklardan bahsederek, ‘3Y ile mücadele’
diyerek iktidara gelen Ak Parti, geldiğimiz zaman dilimi itibariyle 3Y’nin
merkez üssü oldu. Türkiye tarihinin en büyük yolsuzlukları, yoksullukları ve
yasakları bu dönemde yaşandı. İhalelerden alınan komisyonlar, Man Adası,
uyuşturucu güzergahı, hayırsever işadamları, diğer ülkelerdeki servetler, 10-15
farklı kurumdan maaşlar, devlet kurumlarına fahiş fiyata ürün satan bakanlar,
başka devletlerin vatandaşlıkları derken işler her geçen gün karıştı. Devletin
borcu sadece Ak Parti döneminde, 80 yılda yapılan borcun 3 katından daha fazla
bir rakama ulaştı. Halk her geçen gün daha da fakirleşti. Bir yandan da hikaye bu
dönemde paradan 6 sıfır atarak “Paramıza değer kazandırdık” oyunuyla başlamıştı.
Aslında sıfırlar atılarak yüzde bin devalüasyon yapılmıştı ve insanlar on kat
fakirleşmişti. En büyük para birimimiz 20 milyon TL iken sıfırlar gitmeden
baktığımızda 200 milyon TL olmuştu. Lakin ekonomiyi bilmeyince sıfırların
atılmasını başarı kabul ediyorduk. Halbuki aslında göz göre göre batıyorduk. Değerlerimiz
ortadan kayboluyordu. Binlerce nitelikli beynimiz bu dönemde ülkeyi terk
ediyordu. İflas eden, işini kaybeden binlerce insanımız intihar ediyordu. Yeni
bir zengin tipi oluşuyordu döneme uygun. Lüks jiplerdeki, yatlardaki mini
etekli kesimin yerini, sözde tesettürlüler alıyordu. İktidarın kendine uygun
kendi zengini vardı artık.
Efendim her evde araba varmış, herkeste telefon varmış. Aslında
millet zenginleşmişmiş. Kusura bakmayın da elin adamı gerek işçi, gerek malzeme
maliyetini ucuzlatarak mal üretiyor. 25-30 yıl öncesine göre çok daha ucuza
araç, telefon vs teknolojik cihazlar üretiliyor. Satmayıp da ne yapsın? Nasıl
olsa satılan malzemeyi alacak ve yetişen insanını harcamayı bilen bir ülke var.
Gerek içeriden gerek dışarıdan sömürülmeye müsait bir ülke var.
Dedik ya; bahtsız memleket diye… Düşünün, ben her defasında
50 TL’lik yakıt alıyorum, zamdan bana ne diyen vatandaşların cebinde en çok
bulunan 50 kuruşluk madeni paranın maliyeti bile dövize bağlı. En son haberlere
göre Merkez Bankası'nın ürettiği 1 kuruş için 26 kuruş, 25 kuruş için 39
kuruşluk maden gerekiyor. Piyasada en çok kullanılan 50 kuruş için ise 66
kuruşluk bakır, nikel ve çinko kullanılıyor. Gel de ağlama haline... Madeni
paranın maden değeri, üzerindeki değerden daha değerli. Ama bir yandan da bir
arabada, araba üreticilerinin kazancından 3-4 kat daha fazla kazanan bir devlet
var. Değişik bir durum.
AKP iktidarının ‘hayırsever
işadamı’ diye millete pazarladığı Rıza Sarraf, yeni adıyla Aaron Goldsmith…
Şimdilerde ABD’nin Florida eyaletinde Next Level Performance Center isimli bir
şirket kurmuş. Kendisine dolandırıcılık işleri için niçin Türkiye’yi tercih
ettiği sorulduğunda net bir cevap veriyor: “İran’da yapsam asıyorlar, Kuzey
Kore’de yapsam kurşuna diziyorlar. Türkiye’de yapınca ödül veriyorlar.” Memleketin
özeti bu…
Osmanlı’nın son dönem meşhur paşalarından Keçecizade Fuat
Paşa var. Bir gün diğer devletlerin temsilcileriyle bir sohbet ortamında en
güçlü devletin hangi devlet olduğu konusunda konuşurlar. İngiliz’i, Alman’ı, Fransız’ı
hepsi en güçlü devletin kendi devletleri olduğunu söylerler. En son söz Fuat
Paşa’ya gelir ve der ki; “Şüphesiz ki en güçlü devlet benim devletim Devlet-i Aliye-i
Osmaniye’dir.” Hemen diğer devletlerin temsilcileri; “Ya olur mu? Siz hasta
adamsınız. Bizim desteğimiz olmasa ayakta duracak haliniz yok” diye itiraz
ederler. Bunun üzerine Fuat Paşa; “Hiç öyle demeyin. Yıllardır siz dışarıdan,
biz içeriden yıkmaya çalışıyoruz ama bir türlü benim devletimi yıkamadık”
şeklinde cevap verir.
İşte yaşanılanlar başka söze hacet bırakmıyor. Allah-u Alem bu
devlet, sabilerin ve beli bükülmüş tövbekar ihtiyarların hürmetine ayakta
duruyor. Yoksa bu kadar soyguna, yalana, talana rağmen yıkılmamak akılla izah
edilemez. Allah encamımızı hayreylesin.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.