Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Mesele biziz

...

Hayat herşeye rağmen devam ediyor ve süreç insanı ister istemez dünle bugünü kıyaslamaya sevk ediyor. Hepsi bir bütün halinde değerlendirildiğinde ise korkular, ümitler, özlemler, heyecanlar, endişeler, beklentiler birbirine karışıyor. Bunların hengamesinde galiba daha çok korkularımıza bağlanıyoruz. Çünkü yaşadığımız yeryüzü kainatta zerre büyüklükte bir yer teşkil ediyorsa, insanda zerrenin zerresi mesabesinde. Ve bu zerre dünyanın ahvalinde en önemli konumda ve daha çok geleceğe dair korkular taşıyor.

İşte son iki yılımız insanlık üzerinde uygulanan ‘plandemi’ denen müthiş bir korku mühendisliği ile geçti. Kimbilir daha nelerin deneği olacak insanlık. Haliyle plandemiyle oluşturulan/oluşturulmak istenen hayat bizim toplumumuza çok yabancı geldi. Ama uygulamada, istenen bir şeyin kabul ettirilmesi, ikna edilmesi en kolay toplumlardan olduğumuzu gördük. Çünkü korkuyla mücadele kolay değil. Hele de can korkusu, ölüm korkusu yok mu? Ve yüzünde, içinde ne olduğu belli olmayan maskeyi taşıma, kimsenin sorumluluk üstlenmeye cesaret edemediği ve bunu tescillemek içinde imza aldığı aşılaramahkumiyetiyaşamak kolay değil.

Eski halimize dönmemiz elbette mümkün değil. Çünkü nasıl bir cenderedeyiz bilemiyoruz. Bir araya geldiklerimiz, konuştuklarımız, karşılaştıklarımız, duyduklarımız neredeyse herkes kendi penceresinden şikâyetçi. Caddede, otobüste, işyerinde, çarşı-pazarda tanımadığımız insanların suratı bile tabir-i caizse turşu satıyor. Gözlerden çaresizlik, dillerden şikayet akıyor. Şikayet, kavga, tahammülsüzlük diyebileceğimiz duyguların izdüşümü öyle aşikar ki herkes patlamaya hazır bomba gibi.

Şikayetçi olduğumuz konular çok, bir noktadan sonra binlerle ifade etmek dahi yetersiz kalıyor. Toplumun her kademesinde kimse birbirinden memnun değil. Lakin şikayete dair konuların belki de hepsi ortak konular.

Toplumun, ailenin, medeniyetimizin en temel hislerinden biri sevgi. Etrafımıza baktığımızda ise insanın insana sevgisinin emaresine dair bir iz yok. Hiç kimse birbirini sevmiyor. Ama herkes sevilmeyi istiyor. Sosyal medya paylaşımları bunu göstermiyor mu? Görsünler, beğensinler ve sevsinler. İnsanlar gerçekten mahrum olunca, bunun mutluluğuna veya menfaatine dair bir ümitle yaşıyor.

Samimiyet en temel hislerimizden. İnsanın kalbi gibi davranması, içi-dışı bir olması ve ilgi konusuyla tek bir mana ile bütünleşmesi. Herhangi bir kaygı duymadan ve menfaat ummadan gönlünün gereğini yapması. Herkes bunu arıyor. Ama kimse kendisinin bu manayı ne kadar yüklendiğini sorgulamıyor.

Toplumda kimsenin kimseye tahammülü yok. Herkes boyca yükselemeyeceği, yerin derinine inemeyeceği küçük dağlarda gücünü göstermenin peşinde. Yeter ki elinde bir fırsat olsun. Ok kendisine çevrildiğinde ise kendisinin her yaptığının, her söylediğinin hoş görülmesini, kabul edilmesini ve benimsenmesini arzuluyor. Kendisi tahammülsüzlüğün dibindeyken kendisine tahammülün zirvesini istiyor ve bekliyor. Gücü varsa da yaptırıyor.

Toplum olarak nemmamlığı çok seviyoruz. Onun lafını buna bununkini ona ulaştırmak en iyi yaptığımız işlerden. İnsanlara arkalarından dilimizin döndüğü herşeyi söylüyoruz. Ama aynı hadise bizim ismimizde gerçekleşince müthiş bir rahatsızlık duyuyoruz.

İnsanların huzurunun kaçırılması noktasında müthiş bir çalışma var. Toplumun hep bir gerilim içinde olması, hep bir diken üzerinde durması isteniyor. İster trol densin, ister yetki ve güç sahibi densin farketmez, ama insanların çatışmasından zevk alan, insanların huzursuzluğundan mutlu olan, insanların huzurunu kaçırmak içinbütün gücüyle gayret gösteren bir güruh türedi. Bunlar kendilerine gelince ise sorgulanmamak ve huzur istiyorlar.

Anne-baba evladından şikayetçi, evlat anne-babadan, eşler birbirlerinden.Ama hiçbirisi kendisinden haberdar değil.Bunu televizyonun gündüz kuşağının müdavimleri en iyi bilir.

Amir-memur birbirinden şikayetçi. Ama kimse kendisinin ne olduğunu, bulunduğu vazifeyi hak edip etmediğini sorgulamıyor. İşveren-işçi birbirinden şikayetçi. Milyonlarca arabuluculuk konusu veya sonrasındaki dava ihtilafı bunu gösteriyor zaten. Heyhat ki işveren de personel de, nasıl olduğunu sorgulamıyor.

Yapılmayan veya yanlı yapılan atamalardan şikayetçiyiz. Milletin hakkının yendiği ihalelerdeki usulsüzlüklerden şikayetçiyiz. Doğanın katlinden, milli servetlerin yok edilişinden şikayetçiyiz. Ama kendimiz bunların neresindeyiz? Atanmayı hak ettik mi, birinin hakkını yemeden atanabilecek miyiz, adrese teslim alımla mı atandık? Hakkı olan kişi mi aldı ihaleyi, yoksa güç sahibi olan mı, yoksa birilerinin hak sahibi gördüğü mü? Yoksa hırsız, bizim hırsızımız deyip komisyonla üstünü mü kapattık. Gittiğimiz hangi mesire alanını temiz bıraktık? Hangi gölü, denizi kirletmedik? Hangi millet bahçesinin yerinde millet fabrikası olsun dedik? Dert sahibi olduğumuz noktadaki pozisyonumuz nedir? Bu veya diğer konularda, karşılaşınca ne yaptık? Haksızlığa, hırsızlığa, yolsuzluğa, nasıl bir tavır koyduk kendimizden! Adaletsizlikten yakınırken kendimizin yaptığını sorup gereğini yaptık mı? Cevabı sorarsak hep vicdanlarda.

Güzel söz sadakadır demiş son resul.  Yani Ademoğlu ilâhî armağanların en büyüklerinden ve en güzellerinden biri olan konuşma imkânına sahip. Bunun şükrü ise güzel söz söyleme olarak tecelli ediyor. Yani ayet-i kerimede geçen zerre miktarı hayrın içerisinde kabul edilen bir kavram. Ama ne yönetenlerimiz ne de yönetilenlerimiz bunun farkında değil ki, en zehirli sözlerde en galiz küfürleri öğrendik bu dönemde. Herşeyi geçtikte iki çift güzel söze dahi hasret kaldık. İnsana hasret kaldık.

Ekonominin içler acısı hali, tembelliğinden çalışmak istemeyen görevliler, lüksünden rahatından vazgeçmeyenler, manasını makamla, parayla, şöhretle, arabayla bulanlar ve bunların içinde bizim halimiz. Şikayet ettiğimiz herşeyi marifetmiş gibi en önce kendimiz yapıyoruz ve en başta kendimizi kandırıyoruz. Hep birlikte “hak etmeyelim” diyeceğimiz kendi çöküşümüzü hazırlıyoruz. Oysaki bütün meselede çözümde kendimizde başlıyor ve kendimizde bitiyor.

Etiketler :
, , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum