Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Deprem yazıları-1

...

21. asır Türkiye’si, belki de bütün asırlarda olan gündemlerden çok daha fazla, yoğun, çetrefilli gündemlere sahip. Yeri geliyor insan hangisine bakacağını şaşırıyor. Bu gündemlerin şimdilik deprem kısmından bahsedeceğiz. Depremle ilgili alanlarda özel uzmanlığımız olmasa da hayata dair uzmanlıklarla birarada düşünüldüğünde memlekette herkesin az çok bir deprem bilgisi bulunmakta. Ya yaşayarak ya duyarak ya okuyarak ama bir şekilde depremden memleketçe haberdarız. Haliyle bu ülkede yaşama şerefine nail olan bir insan olarak hasbelkader bizlerde duyuyoruz, öğreniyoruz. Yaşanılan kimilerine göre afet, kimilerine göre ibret, kimilerine göre fırsat. Bir açıdan da kimilerine göre yapay bir olay, kimilerine göre ise doğal. Bu kadar keşmekeşliğin içinde suniliği veya tabiliği konusundaki ihtilaflarda gündemimizde olarak bildiklerimizi ibret nazarıyla ifade etmeyi bir vecibe kabul ediyoruz.

Bu manada kendi yaşımız itibariyle hatırladığımız ilk deprem 17 Ağustos 1999 Marmara depremi.6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız Kahramanmaraş merkezli 11 ilimizde peş peşe vuku bulan iki deprem ise ülkemizin tarihinde gördüğümüz etkisi en büyük ve şiddeti en ağır yaşanılan ama bir yandan da umursanmayan bir deprem oldu. “Umursanmayan” ifadesini özellikle kullandım. Umursamak; hissetmektir, anlamaktır, gereğini yapmaktır. Hayata baktığınızda gerçek, tüzel kişi farketmeden herkesin kendi gündemi var. Deprem, sadece deprem başına gelenlerle onları umursayan çok küçük bir yüzdeliğin meselesi. Diğerlerinki laf-ı güzaf. Kaldı ki diğer türlü olsaydı ne birileri hemen ihale peşine düşerdi ne birileri hangi makamları ele geçireceğinin hesabını yapardı  ne birileri beş kuruş etmeyecek magazin, film,dizi,spor vs. adı altında figüranlığından ibaret tiyatrolarını devam ettirirlerdi ne de günü öldürecek faydasız tartışmalarla milleti meşgul ederlerdi.Tabi bunların hepsi ayrı başlıklarda çok farklı içerikleriyle bir meşguliyet getiriyor.Lakin aynı neticeyi hasıl etmesi dikkate alındığında bir amaç ortaya çıkıyor. Eskilerin beyanıyla Hakk’ın şer murad ettiği bir ortamda gereksiz cedelleşmenin kapısı açılmış vaziyette. Hülasa ise niyetler sahih olsa herkes kendi reklamının peşinde koşamazdı ve yaşayamazdı.

Denilebilir ki; olmuşla ölmüşe çare yok. Halbuki neden olmasın ki, neden olmasındı ki? Olmuş olmadan ölmüş ölmeden çare bulunabilirdi. Olmuşun olmuş halinde bile çare bulunurdu. Çünkü arzu varsa çıkar yol bulunur, arzu yoksa hele de niyetler çok kötüyse çıkar yollarda kaybolur. Ve kayboldu…

İnternetten, TV’lerden depremi yaşayanları seyrettiğimizde, anlattıklarını dinlediğimizde kendisini insan kabul edenler için ibret almamak, gereğini yapmamak, Zilzal Suresi’ni hatırlamamak mümkün değil.Nitekim Kur’an’ın bu 99. suresinde kıyamet kopması sırasında şiddetli bir yer sarsıntısının olacağı, yerin ağırlıklarını çıkaracağı,ardından kıyamet gününde yaşanacak sıkıntı ve korku verici haller ve bunlar karşısında insanın hali, dünyada işlenen hayır ve şerrin karşılığının ahirette ödül ve ceza olarak alınacağı bildirilmektedir. Her insan için ölünce kıyameti kopmuş demektir. Büyük kıyameti beklemeye gerek yoktur. Kur’an’da bahsedilen zamanlar ötesi hadiseler ise yaşanmış ve yaşanacakların ipucu, misali veyahut bizatihi kendisidir. Şimdi dediğimiz anın içinde ise görüyoruz ve yaşıyoruz.

Birileri her zaman olduğu gibi bu konuya İslam çerçevesinde değerlendirmeyigericilik olarak kabul edebilirler. Gerçi bu tip kişilere hak vermemek elde değil. İslam’ın içeriği öylesine boşaltıldı ki en kutsi ilkeler, emirler, kaynaklar birilerinin günümüz Türkiye’sinde ikbali için, makamı için, şirinliği için geçim kaynağı olarak kabul edilir oldu. İşin yalan kısmında olanlar için durum böylede olsa, işin hakikatinde ise güneş balçıkla sıvanmaz. Sadece kişi kendini kandırır. Aksiyse de tartışmaya mahal bırakmadan zaten gidince hep birlikte göreceğiz.

Sadece deprem konusu değil, sel, heyelan, çığ, kasırga, elektromanyetik dalgalar, GDO’lu ürünler, DNA değişiklikleri, vs. gibi çevre üzerinde köklü değişikliklere neden olan/olabilecek tabii vakaların ya da vakaların hiçbiri, coğrafi düzlemde basit bir fiziki değişiklik olarak değerlendirilemez. İnsan hayatında gelip geçmiş bir olay olarak değerlendirilemez. İnsanın ruhu ve bedeni nasıl bütünse kainatta olan her olayında bizim penceremizden madde nazarında ve mana yönünde olan temel iki manası bulunmaktadır. Her iki manayı tespit eden ve yapması gerekeni yapan vuslata kavuşur.

Konunun maddi yönü diyebileceğimiz yerleşime açılan bölgelerin mevcut hali, yapılaşma konusu, verilen izinler, dönen üç kağıtlar, peşkeş çekilen rüşvet olan daireler, villalar, konaklar, yerler, yurtlar ve sadece deprem bölgesi olup olmadığına bakılmaksızın halk, yönetici ayrımı yapmadan insanların liyakatsizliği, vurdumduymazlığı, plansızlığı, fırsatçılığı, kötü niyeti ve suistimali. Konunun manası diyebileceğimiz ise temelde imtihandır. Adaletle, iyilikle, kötülükle, hakla, tarafla veya tarafsızlıkla, yapılanlarla, yapılmayanlarla, yaşatılanlarla, kazanılanla kaybedilenle, öyle değerlendirilenle vs. bir imtihan. Hem de öyle bir imtihan ki elbette hak vaki olunca nerede olduğuna bakılmaksızın zalimlikte sınır tanımayanlara da uğrayacak bir imtihan.

Devam edecek…

Etiketler :
, , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum