Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Güzel ülkem

...

Hem yurdum insanının haline, hem de dünyanın en güzle yerine kondurulmuş güzel ülkemizin haline baktıkça rahmetli Mehmet Akif’in Avrupa ziyareti mutlaka akla geliyor. Olay şudur: Mehmet Akif, bir vesileyle Avrupa’yı ziyaret eder. Yurda döndüğünde bir sohbet ortamında arkadaşlarından biri sorar: “Gittin, gezdin, gördün. Ne dersin Avrupalılar hakkında?”

Akif, arkadaşının yüzüne biraz hüzünlü, biraz sitemli baktıktan sonra der ki: “Ne diyeyim, işleri dinimiz gibi, dinleri işimiz gibi.”

Akif, neden böyle bir cevap vermiştir? Avrupa’da nasıl insanlarla karşılaştı, seviyeli ve nitelikli bir hayata mı şahit oldu, onlarda nasıl bir inanç gördü de böyle bir cevap verme gereği duydu? Onların inancı neden bizim işimizi çağrıştırdı, onların işi neden bizim inancımızı hatırlattı Akif’e? Zamanı geriye alamıyoruz. Ancak yaşadıklarımıza ve yaşatılanlara bakınca az çok tahmin ediyoruz. Demek ki bir asır öncesinde de halimiz böyleymiş.

Avrupa ve Amerika’nın başı çektiği batı dediğimiz cenah, karanlık ve kanlı bir tarihin üzerine kendine has bir anlayış kurmuştur. Buna medeniyet diyemiyorum. Zira tarih boyunca birçok felaketin müsebbibidir. Dünyanın yaşadığı karanlık yüzün mihmandarıdır. Eline geçen her fırsatta en büyük zulümleri yapmıştır. Ama onların da bir medeniyet iddiasında olan bir anlayışları vardır. Ancak medeniyet dediğimizde bir ülkenin veya bir toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji vs. ürünlerinin tamamı aklımıza geliyor. Manevi varlıklarda ise en önemli olgu dindir. Haliyle medeniyet denilen kavram aslında dinle hayat buluyor. İnsanın hayatından dini aldığınızda ise medeniyetin manası sadece madde yığını oluyor. Zaten medeniyet, kelime olarak da din kelimesinden gelmektedir. Din, Medine, medeniyet hep aynı kökten gelen kelimeler. Din ise bir inancı emretmektedir. İnsanın fıtratındaki inanç din ile vücut buluyor. İnsanın hayatında inanma ihtiyacını karşılayan, hayata bir bakış kazandıran, bir hesap düşüncesi oluşturan ve netice bir yaşam şekline zemin hazırlayan dinin olmadığı hiçbir dönem yok. Dolayısıyla medeniyet, bir açıdan hayata dair kalıcı manaların, kalıcı tarzların, kalıcı eserlerin birikimini gösteriyor. Lakin din olmadan medeniyet iddiası ise çok eksik kalıyor. Esasında rahmetli Sezai Karakoç’un tasviriyle baktığımızda medeniyet gerçekten batındaki bir ruhun ve zahirdeki bir vücudun cem olmuş hali gibidir. Dini ruhumuz olarak kabul edersek medeniyet vücudumuzdur. Ruhu olmayan bir vücut ise sadece cesettir.

Böyle bir birikimde hayatımız yaşadığımızın yansıması oluyor. Bu yaşadıklarımız veya ortam kendine has düşünceler doğuruyor. Yaşadıklarımızın/ortamın doğurduğu düşüncelerin gereği olan duygular zuhur ediyor. O duygular kendini ifade eden davranışlara dönüşüyor. Sürekliliği olan o davranışlarda bir müddet sonra kendine has anlayışlar oluşturuyor. Hepsinin bileşimi ise karakter olarak ortaya çıkıyor.

İşte topluma yeni bir karakter kazandırma uğraşısına hepimiz şahit oluyoruz. Bu noktada siyaseten, iktisaden, kültürel olarak tüm değerlerimizin en ağır dezenformasyona uğradığı bir dönemi yaşıyoruz. Kibarcasını söylersek elinde imkan olan, o imkanı daha da çoğaltmaya çalışıyor. Kanaatin sadece adı kalmış. Maddiyat hırsı, toplumun bütün hücrelerine yerleşmiş. Topluma ve yönetenlere bakınca kul hakkı, helal ekmek, emek, şefkat, edep, saygı hep eskide kalmış gibi görünüyor. Benlik, hep zirvede. Bunu da hep bir kılıfın içinde, kendi putlaştırdıkları düşünceleriyle empoze etmeye çalışıyorlar.

Geçen yıl medyada dikkatimi çeken bir haber çıkmıştı. Haber, Hollanda Kralı Willem-Alexander ve Kraliçe Maxima’nın 17 yaşındaki kızı Prenses Amalia’nın 18’inci doğum gününde, kendisine verilecek geleneksel ödenekten feragat edeceğini dair açıklamasıyla ilgiliydi. Habere göre geleceğin kraliçesi Prenses Amalia’ya 2021 yılı için hem maaş olarak, hem de operasyon ve personel giderleri olarak 111 bin euro ödeme yapılacakmıştı. 2022 yılında prenses, Hollanda Danışma Komisyonu’na girdiğinde de ödenek miktarı 1,5 milyon Euro’ya çıkarılacakmıştı. Ancak prenses, Hollanda Başbakanı Mark Rutte’ye mektup yazarak hakkı olan paradan feragat ettiğini belirtiyor ve Hollanda basınında yayınlanan mektubunda şunu diyor; “7 Aralık 2021’de 18 yaşında olacağım ve kanunlara göre bir ödenek alacağım. Diğer öğrenciler özellikle bu coronavirüs döneminde çok daha zor zamanlar geçirirken, karşılığında hiçbir şey yapmadığım parayı almayı rahatsız edici buluyorum.”

Hollanda’nın kraliçesi olacak 17 yaşındaki çocuk, bu parayı almanın kendisini rahatsız hissettirdiğini söylüyor. Birilerince inançsız diye tasvir edilen Hollandalı çocuk, emeği olmayan bir parayı yemek istemiyor. Başkaları zor durumdayken ben bu parayı harcayamam diyor. Ve bunu 17 yaşındaki bir çocuk düşünüyor, açıklıyor ve almıyor. Bizde ise yaşları büyük ama ufukları küçük, büyüklüğünü sadece makamından ve parasından alanlar, sözde koca koca adamlar ganimet olarak gördükleri beyt’ül malı soymayı, milletin hakkını yemeyi, her türlü sahtekarlığı yapmayı, bunu da utanmadan ekranlarda açıklamayı marifet zannediyor. Amalia’nın yaptığının hayalini dahi kuramıyoruz.

İşte bu noktada insan yüz yıl önce yaşamış Mehmet Akif’in cevabını hatırlayınca istemeden düşünüyor… Medeniyet oluşturmak için daha çok fırın ekmeğe, ruhumuzu, vücudumuzu ve enerjimizi tazelemeye, üzerimize yapıştırılan ölü toprağını atmaya, kendimize gelmeye, ders almaya ihtiyacımız var. Çünkü tas da hamam da aynı. Sadece suretler değişmiş, aynı düşüncenin siretleri devam ediyor. Onun için biz felaketlerden önce kendimize gelmek mecburiyetindeyiz.

Etiketler :
, , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum