Deprem yazıları-3
...
Kainatta herşey
sebepler dairesinde işleyecek şekilde yaratılmıştır. Bu manada depremde
tabiatın içerisinde meydana gelen fiziksel bir olgu olmakla, belli fiziki
hareketlerle belli yasalara göre ortaya çıkmaktadır. Süreç içerisinde hareketli
parça kendine mahsus bir dengenin oluşumunu sağlarken, o parçaya bağımlı diğer
eklentileri de peşinden sürüklemektedir. Buna göre de eklentiler ya yok olmakta
ya hasara uğramakta ya mevcut hallerini muhafaza etmekte ya da yeni bir şekil
almaktadır. Neticede de ise o bölgede tüm hayat yeniden tanzim olunmakta.
Yeryüzünde deprem
olması olağanüstü bir olay değildir. Kainatın kuralları içerisinde her zaman
gerçekleşme ihtimali olan bir hadisedir. Çünkü yeryüzü sabit değildir, dağlar
sabit değildir. Sürekli bir hareket haindedir. Nitekim Neml Suresi 88.ayette “Dağları görür, onların durduğunu sanırsın; oysa
bulutlar gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın
sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.”
buyurulmuştur. Dolayısıyla dağların sürekli hareketi farkında olmasak da derin
manalar ifade ediyor. Ayette dağların yürümesine yapılan vurgu insanın
yaptıkları tamlamasıyla neticelendirilmiştir. Birbirinden bağımsız gibi görünen
olayların birbiriyle çok irtibatlı olduğunu gösteren bu ayette manalardan biride
demek ki deprem olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü insana hizmet için yaratılan
kainat bir yandan da insana emanettir. Allahualem emanete muamelemizin sonucunu
yaşıyoruz. Zira insanların çevreye doğal halinin dışında müdahalesi, çevreyi
işgali, kirletmesi, kendinden başka canlı olduğunu düşünmeyerek gerçekleşen
eylemleri, insanın insan vasfının dışına çıkarak bildiğini okuması, nükleer
denemeler, füzeler, yerin altının boşaltılması gibi bir başka ayetteki
tabiriyle yeryüzünde fesad çıkarması, bir açıdan da insan hayatına olumsuz etki
ettiği düşünülen değişik olayları tetiklemektedir.
…
6 Şubat gecesiyle
başlayan küçük bir kıyametin büyük izlerini yaşıyoruz. Allah'tan gelen bir imtihan olduğunun unutulmaması gereken bu
vakıada, hissedenler büyük bir dehşet içinde belki farkında
olmasalar da “(Öyle) Bir
gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye tutulur ve dağlar, göçüveren bir kum yığını
olur. (Müzzemmil-14)”
ayetine şahit oldular. Kimisi uykunun en tatlı yerinde yakalandı. Kimisi gece
nöbetindeydi. Kimisi evinden kovduğu eşinin ve çocuğunun sıcaklığı yerine evin
sıcaklığını tercih etmişti. Kimisi elinde tesbihte heccüdündeydi. Kimisi de
sahurdaydı. Vefat edenler arasında hayatını Allah’a adamış salih kullar vardı.
Masumiyetinden şüphemiz olmayan sabiler vardı. Saçı sakalı beyazlamış
ihtiyarlar vardı. İlim için, geçim için, ailesi için o bölgeleri tercih
etmişler vardı. Kim niçin vefat etti bilemeyiz. Vefat etmişleri bir takım
kalıpların içerisinde günahıyla, ameliyle, amelsizliğiyle, cezasıyla
yaftalamakta haddimize değil. Ama öyle büyük bir gerçek ki, büyük sarsıntı
başlayınca herkes kendini kurtarmaya çalıştı. Kimi başardı, kimi başaramadı.
Kurtulan mı başardı, enkaz altında kalıp vefat eden mi kaybetti, bilemeyiz. Ama
bizim inancımıza göre bildiğimiz şudur ki iman sahibi olarak depremde vefat
edenlerde şehit hükmündedir.
…
İnanan insanlar
olarak bizler hiçbir hadiseyi sadece maddi sebeplere bağlı olarak düşünemeyiz.
Gelenin “O”ndan geldiğinin, alanında “O” olduğunun şuurunda olmak zorundayız.
Çünkü “O'nun ilmi dışında bir yaprak bile
düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi
bilir.(Enam-59)” ayeti gerçekleşen ve gerçekleşecek herşeyin “O”nun ilmi
içerisinde olduğunu bildiriyor. Buna göre de inanan insanlarda bulunması
gereken birinci haslet kalbiyle tasdik ettiği, diliyle ikrar ettiği, ameliyle
ispat ettiği bir imana sahip olmaktır. Depremi yaşayan bir kardeşimizin;
“İman en büyük teselli kaynağıymış, yoksa dayanılacak acı değil” beyanı, merhum
Akif’in “imansız yürek sinede yükmüş” dizelerini yaşatmakta ve bu manada asıl
gerçeği hatırlatmaya kafi olmaktadır.
İkinci haslet ne
olumsuzluk yaşanırsa yaşansın kardeşliği bırakmamaktır. Bu husus bir merhametin
inkişafını gösterir. Merhamet ise infakı getirir. Maddi-manevi her türlü
destekle depreme uğrayan insanları yalnız hissettirmemeyi gerektirir.
…
Üçüncü haslet ise
yüce kitabımızda geçen akletmez misiniz, düşünmez misiniz, bilmez misiniz,
anlamaz mısınız gibi ikaz ve hitapların sonucu olan bir tefekkürdür. Çünkü
bizler şuan onların yerinde değiliz. O kardeşlerimizin yaşadığı mağduriyeti
yaşamıyoruz. Başımızı sokacak evlerimiz, binecek arabalarımız, gideceğimiz
işlerimiz, depremde kaybetmediğimiz ailemiz, arkadaşlarımız, eş-dost
akrabalarımız, enkazda parçalanmamış ve en güzel surette olan vücudumuz var. 6
Şubat gecesini herkes kendine sormalıdır. Bu acı benim yüzümden mi yaşandı?
Çünkü Musa(as) yanındaki yetmiş kişiyle depreme yaşandığında böyle niyazda
bulunmuştu: “Rabbim! Dileseydin daha önce beni
ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok
eder misin? Bu, Senin imtihanından başka birşey değildir, bununla dilediğini
saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin; bizim dostumuz Sensin; bizi bağışla,
bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin."
Devam edecek…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.