Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Deprem yazıları-3

...

Kainatta herşey sebepler dairesinde işleyecek şekilde yaratılmıştır. Bu manada depremde tabiatın içerisinde meydana gelen fiziksel bir olgu olmakla, belli fiziki hareketlerle belli yasalara göre ortaya çıkmaktadır. Süreç içerisinde hareketli parça kendine mahsus bir dengenin oluşumunu sağlarken, o parçaya bağımlı diğer eklentileri de peşinden sürüklemektedir. Buna göre de eklentiler ya yok olmakta ya hasara uğramakta ya mevcut hallerini muhafaza etmekte ya da yeni bir şekil almaktadır. Neticede de ise o bölgede tüm hayat yeniden tanzim olunmakta.

Yeryüzünde deprem olması olağanüstü bir olay değildir. Kainatın kuralları içerisinde her zaman gerçekleşme ihtimali olan bir hadisedir. Çünkü yeryüzü sabit değildir, dağlar sabit değildir. Sürekli bir hareket haindedir. Nitekim Neml Suresi 88.ayette “Dağları görür, onların durduğunu sanırsın; oysa bulutlar gibi hareket ederler. Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır.” buyurulmuştur. Dolayısıyla dağların sürekli hareketi farkında olmasak da derin manalar ifade ediyor. Ayette dağların yürümesine yapılan vurgu insanın yaptıkları tamlamasıyla neticelendirilmiştir. Birbirinden bağımsız gibi görünen olayların birbiriyle çok irtibatlı olduğunu gösteren bu ayette manalardan biride demek ki deprem olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü insana hizmet için yaratılan kainat bir yandan da insana emanettir. Allahualem emanete muamelemizin sonucunu yaşıyoruz. Zira insanların çevreye doğal halinin dışında müdahalesi, çevreyi işgali, kirletmesi, kendinden başka canlı olduğunu düşünmeyerek gerçekleşen eylemleri, insanın insan vasfının dışına çıkarak bildiğini okuması, nükleer denemeler, füzeler, yerin altının boşaltılması gibi bir başka ayetteki tabiriyle yeryüzünde fesad çıkarması, bir açıdan da insan hayatına olumsuz etki ettiği düşünülen değişik olayları tetiklemektedir.

6 Şubat gecesiyle başlayan küçük bir kıyametin büyük izlerini yaşıyoruz. Allah'tan gelen bir imtihan olduğunun unutulmaması gereken bu vakıada, hissedenler büyük bir dehşet içinde belki farkında olmasalar da “(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye tutulur ve dağlar, göçüveren bir kum yığını olur. (Müzzemmil-14)” ayetine şahit oldular. Kimisi uykunun en tatlı yerinde yakalandı. Kimisi gece nöbetindeydi. Kimisi evinden kovduğu eşinin ve çocuğunun sıcaklığı yerine evin sıcaklığını tercih etmişti. Kimisi elinde tesbihte heccüdündeydi. Kimisi de sahurdaydı. Vefat edenler arasında hayatını Allah’a adamış salih kullar vardı. Masumiyetinden şüphemiz olmayan sabiler vardı. Saçı sakalı beyazlamış ihtiyarlar vardı. İlim için, geçim için, ailesi için o bölgeleri tercih etmişler vardı. Kim niçin vefat etti bilemeyiz. Vefat etmişleri bir takım kalıpların içerisinde günahıyla, ameliyle, amelsizliğiyle, cezasıyla yaftalamakta haddimize değil. Ama öyle büyük bir gerçek ki, büyük sarsıntı başlayınca herkes kendini kurtarmaya çalıştı. Kimi başardı, kimi başaramadı. Kurtulan mı başardı, enkaz altında kalıp vefat eden mi kaybetti, bilemeyiz. Ama bizim inancımıza göre bildiğimiz şudur ki iman sahibi olarak depremde vefat edenlerde şehit hükmündedir.

İnanan insanlar olarak bizler hiçbir hadiseyi sadece maddi sebeplere bağlı olarak düşünemeyiz. Gelenin “O”ndan geldiğinin, alanında “O” olduğunun şuurunda olmak zorundayız. Çünkü “O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir.(Enam-59)” ayeti gerçekleşen ve gerçekleşecek herşeyin “O”nun ilmi içerisinde olduğunu bildiriyor. Buna göre de inanan insanlarda bulunması gereken birinci haslet kalbiyle tasdik ettiği, diliyle ikrar ettiği, ameliyle ispat ettiği bir imana sahip olmaktır. Depremi yaşayan bir kardeşimizin; “İman en büyük teselli kaynağıymış, yoksa dayanılacak acı değil” beyanı, merhum Akif’in “imansız yürek sinede yükmüş” dizelerini yaşatmakta ve bu manada asıl gerçeği hatırlatmaya kafi olmaktadır.

İkinci haslet ne olumsuzluk yaşanırsa yaşansın kardeşliği bırakmamaktır. Bu husus bir merhametin inkişafını gösterir. Merhamet ise infakı getirir. Maddi-manevi her türlü destekle depreme uğrayan insanları yalnız hissettirmemeyi gerektirir.

Üçüncü haslet ise yüce kitabımızda geçen akletmez misiniz, düşünmez misiniz, bilmez misiniz, anlamaz mısınız gibi ikaz ve hitapların sonucu olan bir tefekkürdür. Çünkü bizler şuan onların yerinde değiliz. O kardeşlerimizin yaşadığı mağduriyeti yaşamıyoruz. Başımızı sokacak evlerimiz, binecek arabalarımız, gideceğimiz işlerimiz, depremde kaybetmediğimiz ailemiz, arkadaşlarımız, eş-dost akrabalarımız, enkazda parçalanmamış ve en güzel surette olan vücudumuz var. 6 Şubat gecesini herkes kendine sormalıdır. Bu acı benim yüzümden mi yaşandı? Çünkü Musa(as) yanındaki yetmiş kişiyle depreme yaşandığında böyle niyazda bulunmuştu: “Rabbim! Dileseydin daha önce beni ve onları yok ederdin, aramızdaki beyinsizlerin yaptıklarından ötürü bizi yok eder misin? Bu, Senin imtihanından başka birşey değildir, bununla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin; bizim dostumuz Sensin; bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin."

Devam edecek…

Etiketler :
, , , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum