Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Gidişat…

...

Cenab-ı Hakk, insandan iman, toplumdan nizam ister. İman, insanı ilahi hakikate, ebedi izzet ve huzura teslim ederken, toplumu “rıza-yıbârî”nin gerçekleştiği saadet dünyasına teslim eder. Nizam önce insanların kendisinde sonra toplumda gerçekleşir. Zira kişinin kendisini bilmeden alemi bilmesi mümkün değildir. İnsanda ve toplumda olması gereken nizamın en güzel örneklerinden biri kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla Hz. Yusuf (as) döneminde yaşanmıştır. Muhakkak her peygamber döneminin kendine has güzellikleri ve zorlukları vardır. Ama Hz. Yusuf (as) döneminin en güzel kıssa olarak kitab-ı kerimde anlatıldığı da dikkate alındığında öğrenilmesi, bilinmesi, ders çıkarılması gereken çok özel bir dönem olduğu aşikardır.

Tabi geçmiş ve gelecek arasında köprü kurmak kolay değildir. Yaşadığımız çağın teknolojik gelişimleri, insan üzerindeki olumlu-olumsuz etkileri düşünüldüğünde bu daha da zorlaşmaktadır. Nitekim bize öğretilen geçmişe göre her türlü iletişim çok daha ileri ve kolay bir hal aldı. Tıpta, genetikte, mühendisliklerde vs. fenni ilimlerde akıl almaz gelişmeler oldu. Hele de metrenin milyarda biri büyüklüğünde üretilmiş ve istenilen birçok bilginin yüklendiği nanoçipleri düşündükçe ya da insandaki DNA’ları değiştirecek bir teknolojiyle “süper insanlar”dan söz edildikçe veya da bir yapay zekanın geldiği seviye insanın hayreti artıyor. Hayata dair gelişmelerin hayatı kolaylaştırmasında şüphe yoksa da insan hayatını ortadan kaldırmasını kolaylaştırmasında da şüphe yoktur. Lakin ilahi hakikat her türlü olgudan etkilidir.

Dönüşü görünmeyen bu noktada bir ferdin ve fertten de toplumun bütününün ıslah ve ihyasının neticesi olan iki cihan saadeti için ne yapması gerekir sorusunu düşündüğünüzde ise fabrika ayarlarının elzem olmasından başka bir sonuç çıkmıyor. Nitekim dünya hayatımız başladıktan sonra adeta bir akıllı telefon misali üzerimize birilerince yüklenen onlarca iyi ve kötü uygulamalar oluyor. Aileden, çevreden, işten, inancımızdan, kanunlardan vs.den gelen yüklemeler olumlu veya olumsuz etkileyebiliyor. Kötü programlar ise bir noktadan sonra bünyemizde hatalar verdirmeye başlıyor. Yine zaman ilerledikçe işin içindeki iş bölümü de artıyor. Bir işin binlerce ayrıntısı ortaya çıkıyor. Her ayrıntıya ayrı uzmanlıklar konuluyor. Kimisi insanla devam ederken kimisinde artık insan devre dışı bırakılıyor. Yaşadıklarımızdan kasıldığımız, içimize kapandığımız, hatta öyle yoğun etki altında hastalandığımız ama bir takım müdahalelerle bazen rahatladığımız zamanlarda olmaktadır. Ama sistemin yaptıklarının suni müdahale olması ebedi bir huzuru vermiyor.

İnsanın ebedi bir mutluluk içerisinde olması güç sahiplerinin işine gelmiyor. Güç sahipleri düzenlerinin devam etmesini istiyorlar. Güç kendilerinde olduğu sürece ebedi bir hakimhayatı elde ettiklerini zannediyorlar. Huzurun, gücün, hakimiyetin sadece kendilerinde olmasını arzuluyorlar. Kadim Mısır’dan sonra günümüz döneminde de insanlar “Tanrılaşmak” istiyorlar, çünkü cazip geliyor, varlık sebeplerini buna bağlayıp şartlıyorlar. Bunun paylaşılmasının “benlik”lerindeki imkanlarını ortadan kaldıracağını düşünüyorlar. Aldatıcılar kendilerini böyle aldatıyorlar. Ancak bu yeterli olmuyor. Bu gücün devamı birçok kontrol mekanizmasının olmasını gerektiriyor. Çalışma şartlarıyla, gündelik yaşamda sunduklarıyla, hedefsizlikle, hayallerini ortadan kaldırmakla, akla gelebilecek her türlü korkuyla ve açlıkla, yarının endişesiyle, sanal rollerle, suni gündemlerle kölelik düzenlerinin bir kontrol ağını devam ettirmenin gayretini gösteriyorlar. Çünkü batıldan kaynaklanan güçlerini korumak ve kaybetmemek için çıkış yolu arıyorlar. Bunu kendilerine güçlerinin sonucu olan bir hak olarak kabul ediyorlar. Burada da en isabetli yol olarak insanların huzursuzluğunu görüyorlar. Zira insanları geçim derdiyle meşgul ederseniz, yaşamasının yolunun sadece efendilerine hizmet olduğunu, bundan başka bir yolunun olmadığını, sanal alemdeki mutluluk, marifet, beğenilme pozlarının avam için yeterli olduğunu her türlü mekanizmanızla telkin ederseniz sonuç istenileni kabul eden, istenilmeyeni etmeyen ve verilen rolün dışına çıkamayan, çaresizliğe şartlandırılmış bir toplum olarak karşımıza çıkıyor.

İşte burada insanın aklına insanlığa karşı açılmış tüm zamanların belki de en yoğun psikolojik ve ruhsal bir savaşının başlatıldığı geliyor. Sistemin sahiplerinin bu savaşlarında toplumun değerlerinin olup olmaması da önemli değil. Önemli olan onların düzenlerine dokunulmamasıdır. Bu hususu izah eden Hz. Yusuf(as) dönemiyle ilgili belki de en güzel yapım yönetmenliğini ve senaristliğini Faracullah Selahşur'un yaptığı dizidir.

Hz. Yusuf Zavira zindanına atıldığı zaman cehennem olan o yeri, önce yaşadığı yerin ve çevrenin temizliği, insanların temizliği, tebliğle gelen şuurlanma, paylaşım ile cennete çevirmişti. Orada bir müddet kaldıktan sonra peygamberliğini ilan ettiğinde başgardiyan ile gardiyan arasında şöyle bir diyalog geçer. Gardiyan başgardiyana der ki: “Efendim Yusuf tanrılarımızı kabul etmiyor. Tüm mahkumları tevhit dinine çağırıyor. Ne yapacağız?” Başgardiyanın cevabı enteresandır: “Ne yapabilirim ki! Bizim için inançları önemli değildir. Önemli olan bu cezaevinin düzenidir.”

Dünyayı insanlar için birileri açık cezaevine çevirmiş olsa da, onların düzenleri eldeki imkanlarından dolayı çok sağlam ve güçlü görünse de hakikat karşısında bir örümceğin evi gibi zayıftır. İnsanlığın her şeyiyle güç sahiplerince kontrol altına alınmak istendiği bu süreçten; zihnini sağlam tutanlar, ruhunun safiyetini kaybetmeyenler, imanı güçlü ve duygularına hakim olanlar, ferasetle, basiretle, dirayetle devam edenler galip çıkacaklardır. 

Etiketler :
, , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum