Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Prestij

...

İnsanların karakteri olduğu gibi toplumların da karakteri vardır. Toplumun değerleri ve anlayışından oluşan bütün, toplumun karakterini ortaya çıkarır. Bu noktada yapılanlar, yaşanılanlar ve bulunulan durum karakterin yansımasından başka bir şey değildir.

Steve Jobs, babasına dair anlattığı bir hatırada, babasının marangozluk işlerini yaparken çitlerin veya dolapların görünmeyen kısımlarında dahi uzun emekler sonucu özenli bir işçilik gerçekleştirmesinin sebebini sorduğunda babası şöyle cevap veriyor: “Yaptığın bir sehpa varsa, sehpanın en altında kalan tahta kimse görmese de oraya en iyi tahtayı bulup koyacaksın. Yaptığın işin en iyisini yapacaksın. Bu emeğinin karşılığı değil, karakterinin yansımasıdır.”

STFA’nın kurucularının bir sözü var: “Döktüğün beton toprağın altında kalsa bile güzel olmalı.”

Hayat nizamı ve bütün insanlığa bir hidayet rehberi olan Kur’ân’da da birçok toplumlar ve başlarına gelenler anlatılır. Bu rehberlik çerçevesinde misallerle insanlık tarihinden ibretlik kıssalar nakledilir. Kıssanın hikayeden en temel farkı ise yaşanmış olmasıdır. Bu nedenle insanların öğüt alması için her türlü misalin Kur’an’da verildiği Zümer Suresi 27. ayette yemin edilerek belirtilmektedir. İşte en çok verilen misallerden biride Firavun-Hz. Musa (as) kıssasıdır.

Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde bahsedilen Firavun, olabildiğince büyüklenerek kibriyle nam salmış, gerek yanındakilerin dalkavukluğu ile gerekse nefsinin tatmini için gücün sevdasıyla ilahlık iddiası güdecek kadar küstahlaşmış, kendisini devlet, devleti kendisi sanan, elindeki yetkilerle, imkanlarla ve güçle şımarmış, halkını aciz görüp küçümseyen, halkını umursamayan ve bunu da gizlemeyen, halkını maddi-manevi ezip zayıflatan, enaniyetin ve zalimliğin timsali olan bir kimsedir. Bunun karşısında ise Hakk’ı ve hakikati temsil eden Hz. Musa (a.s.) yer almaktadır.

Mısır’da eski imparatorluk zamanından itibaren rastlanan Firavun kelimesi esasında krallık sarayını ve orada oturanları ifade etmektedir. Haliyle Kur’an'da da Firavun; tek başına değil, ailesi, çevresi, askerleri hülasa ekibiyle birlikte zikredilen bir figürdür. Bir diğer deyişle Kur’ân’da şirkin temsilciliğini yapan dörtlü ekip Firavun, Haman, Karun ve Bel’am’dan oluşan bir güçtür. Tarih boyunca tüm beşeri düzenler incelendiğinde de aynen Hz. Musa dönemindeki gibi Firavun, Haman, Karun ve Bel’am’dan oluşan dörtlü sacayağı bir izdüşüm olarak yerini almaktadır.

Firavun, egemenliğini devam ettirebilmek için halkını her manada güçsüzleştirme siyaseti gütmüştür. Misalen halkın inancını zayıflatmak, ağır vergiler koymak, kendinden başka bir gücün oluşmasına fırsat vermemek, ikbalini korumak için yeni doğmuş çocukları dahi ortadan kaldırarak ne kadar gaddar olabileceğini de göstererek zalimliğiyle bir korku hegemonyası oluşturmak, kendisinin ilah (devlet) olduğunu kabul ettirmek ve böylece halkını çaresizlik, yenilmişlik ve ezilmişlik şartlanmışlığına esir ederek ölümsüz ve vazgeçilmezmiş gibi bir algıyla diktatörce davranmak ayırıcı vasıfları olmuştur. Bu manada sistem; egemen gücü temsil eden mekanizma olarak Firavun, iktidara yakın olup bürokrat kesimi temsil eden Haman, sistemin sermaye dediğimiz mal, para gücünü temsil eden mekanizma Karun ve sistemin inanç-tabiiyet boyutunu yani verdiği fetvalar başta olmak üzere din istismarı diyebileceğimiz halkın inançları üzerinde tahakküm sağlayan ve inançlarını Firavun’un istediği gibi kanalize eden mekanizma Bel’am olarak tezahür etmiştir. Bu sistemin en büyük propaganda gücü ise bugün yazılı-görsel medya, sosyal medya, internet diyebileceğimiz sihirbazlar olmuştur. Organize olmuş böyle bir güç karşısında baskı altında kalarak kimlik ve kişiliklerini yitiren halk ise şartlanmış, uyuşmuş, hipnotize olmuş ve şuursuzca bunlara itaat etmiştir.

Bunun günümüze yansıyan ilk örneklerinden diyebileceğimiz ülkemizde 1990'da kurulan ilk özel televizyon kanalı Magic Box'ın (Sihir Kutusu) adı dahi manidardır.

İşte o devirlerde birçok yönden gerçekleşen baskının neticesinde kimlik ve kişiliklerini yitiren halk da şuursuzca ona tabi olmuştur. Bu durum, Zuhruf Suresi 54. ayette şöyle ifade edilmiştir: “Firavun kavmini küçük düşürdü, aptallaştırdı, onlar da kendisine boyun eğdiler. Zira yoldan çıkmış bir toplum idiler.”

Ayette geçen istehaffe “ahmaklaştırdı, aptallaştırdı, alıklaştırdı” gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Firavun, kavminin kendisine boyun eğmesi için silahta kullandı, fiziksel işkence de yaptı. Ama onun ikna etmekteki asıl destek aldığı güç, halkın aklını devre dışı bırakan, zihnini uyuşturan, düşünme yetisini ortadan kaldıran, hülasa günümüzdeki tabiriyle algıyı oluşturan her türlü medyanın/görüntünün yansıması olan gücü sihirbazlardı. Sihirbazlar, günümüzün tabiriyle propaganda dediğimiz yaptıkları gösteriler ile halkı kandırıyor, korkutuyor, iyiyi kötü kötüyü iyi, güzeli çirkin çirkini güzel gösteriyor ve aptallaştırıyorlardı. Böylece Firavun, insanların kalplerinde oluşturduğu korku ve hipnotize edilmiş, uyuşmuş ve adeta sarhoş olmuş zihinlerdeki tabiiyetten beslenerek ilahlığını kabul ettiren bir güç oluyordu.

İki sihirbazın rekabetinin anlatıldığı 2006 yapımı The Prestige filmi,“Dikkatle bakıyor musunuz?” sorusuyla başlıyor ve şöyle bir girişle devam ediyor: “Tüm sihirbazlık gösterileri üç perdeden oluşur. 1. perdeye ‘vaat’ denir. Sihirbaz sıradan bir şey gösterir. Bir deste, bir kağıt veya bir adam... Size bu nesneyi gösterir ve hileli olmadığını görmeniz için sizden incelemenizi isteyebilir. Evet hilesiz, normal... Ama elbette öyle değildir. 2. perdeye dönemeç denir. Sihirbaz bu sıradan şeyi alır ve ona sıradışı bir şey yaptırır. Şimdi sırrı arıyorsunuz. Ama onu bulamayacaksınız, çünkü aslında dikkatle bakmıyorsunuz. Aslında öğrenmek istemiyorsunuz. Aldatılmak istiyorsunuz. Ama henüz alkışlamazsınız. Çünkü bir şeyi ortadan kaybetmek yeterli değildir. Onu geri getirmelisiniz. Bu yüzden her sihir numarasının bir üçüncü perdesi vardır. En zor bölüm… Bizim prestij dediğimiz bölüm”

Ve film son sahnede ölmek üzere olan sihirbazla diğeri arasında geçen; “Seyirci gerçeği biliyor. Dünya basit ve acı dolu. Sihirden çok uzak. Ama insanları bir saniyeliğine bile aldatabilirsen merak etmelerini sağlayabilirsin. Sonra çok özel bir şey görürsün. Ben onların yüzlerindeki ifadeydim.” diyaloğundan sonra ilk sahnedeki konuşmayla bitiyor ve prestij bölümü biri için gerçekleşirken diğeri için gerçekleşmiyor.

İnsanlar kontrol altında tutulmak ve istenilen şekilde kanalize edilmek için değişik metotlara maruz kalmaktadır ve uygulanan sosyal mühendislik karşısındaki duruş ekseriyetin “aldanma isteği”ni anlatmaktadır. İnsanların akletme, sorgulama, bilgi, bilinç, muhakeme, farık mümeyyizlik ve itiraz etme gibi melekeleri ortadan kaldırılmakta, insan bu melekelerden yoksun hale getirildikçe de istatistikten ibaret olan önemsiz, basit ve varlığıyla yokluğu umursanmayan, sıradan bir varlığa dönüşmektedir. Kaldı ki şuan devam eden savaşlar dahi bunun bir göstergesidir. Ayetin devamında kandırılmış böyle bir toplum, "yoldan çıkmış" olarak ifade edilmektedir. Yoldan çıkan toplumlarda akıbet ise ahvali ve gerçeği fark etmedikten, fıtri karakteri kabul edip gereğini yapmadıktan sonra ‘aldatıldım’ mazereti felaha bir sebep olmamış ve netice hep helak olmak olmuştur.

Etiketler :
, , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum