İyilik mutlaka kazanacaktır
...
“Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan,
insansın.” der LevTolstoy. İnsanlık teknolojik olarak ne kadar ilerlemiş olsa da
insanlığından o derece uzaklaşmış vaziyette. Gün geçtikçe de uzaklaşıyor,
yalnızlaşıyor, hapsoluyor. Bu sadece bize mahsus değil. Tüm dünyada insanlık
namına bir irtica var. Gelişmiş ülkeler dediğimiz ülkelerde yerleşmiş bir
sistemin uygulanması belki bize insanlık gibi gelse de, dünya geneline şamil
edilen politikalara baktığımızda geçmişi mumla aratacak bir bataklığın
içerisine saplanıyoruz. Avrupa’nın göbeğinde Bosna faciası hala çok taze. Irak,
Suriye, Libya başta olmak üzere Arap baharı denen kara kışta yaşanılanlar
herkesin malumu. Doğu Türkistan ise hergün kanayan yaramız. Bizim ülkemizde hukuk
tam bir fecaat. Yeni dönemde metaverse ise tam bir kıyamet.
Eski dönemlerde de en onulmaz vahşetler, zulümler yaşanılmış, ama
yaşadığımız zaman diliminde teknolojinin ardına sığınılarak, aşıların içine
katılarak, kanunu zırh yaparak, sözde insanlığa hizmet kılıfına sarılarak,
kuzunun postuna bürünülerek oluşturulan algılarla, bu bile profesyonelleşmiş
vaziyette. Dünyadaki tüm coğrafyalar nasibini alıyor zulümlerden, ya zulümden
yana olduğu için ya sessiz kaldığı için ya da korktuğu için.
Eski çağlarda Firavunlar döneminde insanlar özgür mü yoksa köle mi
olduklarını bilirlermiş. Çünkü toplum içerisindeki statü belirliyormuştu
yerini. Sınırlar kesinmişti. Lakin şimdi insanı modern zamanın kölesi olmaktan statü
bile kurtaramıyor. Hapsolunan karanlık güç karadelik gibi emip bitiriyor ömrü.
İnsan imkanlarının içinde serap misali suya ulaştığını sandıkça çölün
dehlizlerinde boğuluyor. Elbette uyanacaktır, fakat bu uyanışın galibi kaç kişi
kalacak, hem öncekilerden hem sonrakilerden, son durağa hem ilk gidenden hem
son gidenden.
Tabi ki bu durumun yaşanması bir ümitsizliğin, vazgeçişin, kaybedişin
beyanı değil. Zümrüd-ü anka misali küllerinden yeniden doğup, akıl, fikir
sahibi olarak merhameti içselleştirmiş, hukuku kalbine sindirmiş ve gerçekten
insan olma ünvanını taşıyan her insan için bir iyilik mücadelesini zorunlu
kılan temel bir sebeptir.
İyilik içerisinde en temel insani mefhumları barındırır. Adalet, merhamet, şefkat,
hak, iyiliğin unsurlarındandır. Onun için ayet-i kerimede; “İçinizde iyiliği
emreden ve kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun.” buyurulmuştur. Bu
elçiliği yapacak birilerinin bulunması muhakkak ki ilahi bir emir olarak yer
etmiştir. İlahi bir emir olmasa bile insanlığın fıtri özellikleri bunu gerektirir.
Bunun idrak seviyesine insan suretindeki her varlık gelemez. İnsan suretini
taşımak bu idraki anlamak manasına da gelmez. İdrak için önce yaşamak gerekir,
sonra kalbinde hissetmek gerekir, sonrada mücadelesini vermek gerekir.
Hissedilmeden, mücadele edilmeden hem anlaşılamaz hem de anlatılamaz.
Bunun ne önemi var diye elbette düşünülebilir. Sayılı nefeslerden ibaret
olan ve bir kere yaşanılan bir hayat ve ulaşılacak bir ölüm var. Ölümde tek
olduğuna göre, niçin şerefli bir hayatın şerefli bir finali olmasın. Rahmetli
Necmettin Erbakan hocamızın beyanıyla; “hayra motor, şerre fren olma
görevlisiyiz” dediği gibi iyiliğin kabulü, yayılması ve egemenliği, kötülüğün
ise reddi, engellenmesi ve esareti için yapılan bir mücadeleyle mi anılmak,
yoksa lanetlerle mi ahlarla mı anılmak isteriz. Çünkü ahın bulamayacağı, zulmün
ise ebedi olduğu bir adres yoktur. Umursanmayan, korkulan, sessiz kalınan ve
bizim mahallede yok dediğimiz ateş gün gelir hepimizi yakar. Çünkü yeryüzü
kimseye baki değil, herkes fani. Buradan şimdikinden daha güçlü toplumlarda
geçmiş. Karunlar, Firavunlar gibi zalimlerde geçmiş, Hz. Zülkarneyn, Hz. Süleyman
gibi hakimler de geçmiş. Lakin kimse öbür tarafa bir miskalde olsa gücünden,
servetinden, makamından götürememiş. Steve Jobs son yazısında diyor ya; “Ölümle
yüzleştiğim şuanda yatağımda uzanıp hayatımı gözlerimde canlandırırken fark ettim
ki, gururlandığım şöhretim ve servetim ölümün karşısında ne kadarda
manasızmış...”
Hepimizin son durağında bir film şeridi gibi geçecek yaşanılanlar belki pişmanlıklarla, belki özlemle. Bu dünya hayatının bir aldatma “meta”ı olduğunu mutlaka göreceğiz, “meta”verse’yle yeni bir dönem başlasa da. Dolayısıyla haksızlık-zulüm karşısında görmedim, duymadım, bilmiyorum demek, yarın haksızlığın-zulmün muhatabı olduğunda, bol keşkelerin olduğu görseydim, duysaydım, bilseydim demektir. Haliyle kim olduğumuzda önemli, kimlerle olduğumuzda önemli. Düşüncemizde önemli, eylemimizde önemli. İyinin ve kötünün mücadelesinde alıp-verdiğimiz nefeste, attığımız adımda önemli. Zaten tarih boyunca bu hal zalimleri hep korkutmuş ve mazlumun yumruğu zalime balyoz olmuştur. Onun için korkularının üzerine düşmanlıklar ihdas edenler, ezilmişliklerini makamlarıyla, servetleriyle telafi ettiğini sananlar elbette kaybedenlerden olacak, iyilik mutlaka kazanacak ve kötülük hüsrana uğrayacaktır. Lakin esir olunan bir vakit, gönle huzur veren ilahi bir karar vardır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.