Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Kahrolası federaller…

...

Hikayedir anlatılır; Zamanın sultanı ‘acaba insanlar ne yapacak’ düşüncesiyle yolun ortasına büyükçe bir taş koydurmuş. Bir süre sonra yoldan geçen vezir taşı görünce aklından; “Sultana söylesem de yollardaki taşları kaldıracak bir kadro ihdas etsek.” diye düşünmüş ve bırakıp gitmiş. Sonra görevli bir komutan yoldan geçerken aynı taşı görünce; “Veziri görsem de yola taş atanlara ceza verebileceğimiz bir kanun yaptırsam” diye düşünmüş ve o da bırakıp gitmiş. Sonra bir şair taşı görünce duygusallaşmış, hayale dalmış ve yoldaki taş için kendince bir şiir yazmış. Akabinde o da bırakıp gitmiş. En son yoldan geçen gariban köylü bir amcamız taşı görünce; “Bu taş insanlara eza verir. En iyisi önce bunu yoldan atayım, sonra yoluma giderim.” diye kendince söylenmiş ve sırtındaki eşyalarla dolu küfesini bırakıp taşı atmak için harekete geçmiş. Taş ağır da olsa zorlayarak, itekleyerek taşı yoldan atmış. Atınca taşın altındaki keseyi görmüş ve merakla kesenin ağzını açmış. Keseyi açınca bir bakmış ki ağzına kadar altın dolu. Ama üzerinde bir de not var. Notu açtığında şu cümle yazıyormuş: “Bu kesedeki altınlar, elini taşın altına koymayı becerebilenlerindir.” Rivayetlere göre milletçe kullandığımız taşın altına elini koyma hikayesi de buradan çıkmıştır.

İşte bu hikaye, hayatı güzelleştirmenin ve kolaylaştırmanın bir yönüyle insanların elinde olduğunu gösteren güzel bir misal olarak gelmiştir hep bana. Bu sebeple insan, güzel bir hayat istiyorsa  içindeki ve dışındaki taşları temizlemek mecburiyetinde. İçinde beslediklerini iyiye tebdil etmek zorunda. Aklını, kalbini, bakışını, duyumunu, duruşunu, sözünü, eylemini, taşlardan arındırmak ve ayıklamak zorunda. Özellikle de pirincin içindeki ak taşlardan... Her yaptığında, her söylediğinde, hukuki bir hesap olmasa da, imanî, vicdanî ve insanî bir hesap düşüncesini taşımak zorunda. Bu sebeple zaten Peygamber Efendimiz (sav); “Hakiki mücahid, nefsine karşı cihad açan kimsedir.” buyurmuşken ve Tebük seferi dönüşünde ashabına; “Küçük cihad bitti, şimdi büyük cihada gidiyoruz.” diyerek kendi nefsine mücadeleyi büyük cihad olarak anlatmışken, ünlü filozof Platon ise; “İnsanın kendisini yenmesinin en büyük zafer” olduğunu dile getirmiştir. Demek ki herşey insanın kendisinden başlıyor.

Ülkeyi güzelleştirmek bir yönüyle de yöneticinin/yetki sahiplerinin elinde. Liyakatsiz, vicdansız, akil(yiyici), hırsız, vurdumduymaz, tembel, bahaneci, düşünce kabiliyeti olmayan, kendinden başka düşüncesi olmayan, cahil kişilerle bir yönetici hareket ederse, akıbet buna göre oluyor. Bu zihniyete sahip bir ülkede kim nereden bir bal tutmuşsa onu yalıyor, millete haram olan kendilerine helal oluyor. Böylece kendilerinin yeni  bir dini doğuyor. Ama aldığı 200 kronluk (92.TL.) Toblerone marka çikolatanın ücretini devletin verdiği kredi kartından harcayınca onurlu bir duruşla; “Kendi faturalarını ödemeyen birinin başbakan olması mümkün mü? Elbette değil.” diyerek görevde kalmayı zûl kabul eden ve görevinden istifa eden İsveçli eski bakan Mona Sahlin gibi veya Japonya’nın Maliye Bakanı Akira Amari, rüşvet almadığı halde sadece hakkındaki "yolsuzluk iddiaları" nedeniyle istifa ederek erdemli davrandığında veya da İzmit Körfez Geçişi Asma Köprüsü inşaatında “Catwalk” olarak bilinen halatın kopmasından kendisini sorumlu tutarak “Ben bu hatayı yapmamalıydım, bu yanlışın vebalini ödeyemem.” diyerek harakiri yapan Japon mühendis Ryoichi Kishi gibi bir yetkili olunca da akıbet ona göre oluyor. Hele de korona virüsle mücadele kapsamında 750 milyar Euro'luk bütçe hazırlayıp halkını önceleyen ve toplantının ardından “bisikletiyle” evine giden Almanya'da Ekonomi Bakanı Peter Altmaier gibi bir yetkili olunca olay daha da değişiyor.

Şehirlerin ve mekanın güzelleşmesinin bir yolu da demek ki erdemli yetki sahipleri. Zamanın ve insanında güzelleşmesi bir noktada erdemden geçiyor. Bir medeniyetin dayanak noktalarından biri de yine erdem…

Hayırla yâd edilecek bir seda ve geleceğe bir medeniyet bırakılacaksa yoldaki taşları kaldırmak zorundayız. Tarih; yoldaki taşları da, taşların üzerinde oturanları da, taşları kaldırmak isteyenleri de yazar. Mesele hangisi olduğumuz. Bu noktada tarih ve coğrafya, taşların üzerinde oturup kalkmak istemeyenlerle, taşları ve üzerindekileri yoldan atmak isteyenlerin mücadelesine, bir kısmının ise izlemesine sahne oluyor. Bir yanda kendilerine yol yapmak için yola taş döşeyenler var. Bir yanda da yoldaki taşları kaldırıp milletin sıkıntılarını ortadan kaldırmak isteyenler var. Bir yanda ise şuursuzca izleyenler var. Taşların altı ise hazine dolu. Ama üzerine oturanlar hem taşın kenara alınmasına müsaade etmiyorlar hem hazineyi çıkarttırmıyorlar hem de taşın üzerinde yollarını buluyorlar. Biliyorlar ki taşın üzerinden indikleri an millet maddi-manevi rahatlayacak, yoldaki engeller kalkacak, zenginlikler ortaya çıkacak, paylaşım olacak, sorgulama ve hesap sorma devreye girecek. Ama göbeklerinden bağlı olduklarının emirlerinin dışına çıkmaları mümkün değil. Çünkü varlıkları zaten onlara bağlı. Hakkın tesir kuvveti ile batılınki elbette mukayese edilemez. Bundan dolayı da düşünmeye dahi imkan vermiyorlar. Hep bir bahaneye sığınıp sürekli gündelik telaşlarla kafaları meşgul ediyorlar.

İnsanlar ise göstermedikleri bir gayretin nimetlerini bekliyorlar. Olması gereken ne getireceğini ya da ne götüreceğini düşünmeden “doğru”nun mücadelesini vermektir. İyiliğin hakimiyeti için kötülüğün engellenmesi için çalışmaktır. Bunu Cenab-ı Hakk bizden beklerken, bizden O’ndan bekliyoruz. Halbuki imtihanda olan biziz. Bu imtihanda yetki sahibine, adam kayırana, soyguncuya, soysuza, yandaşa, havuzcuya, aldığı fetvayla dini kendine uydurana diyemediğimizi, yaşadığımız şehri temizleyen, avamın “çöpçü” dediği, esasen gönlümüzde ise “efendi” olan emektarlarımıza/ büyüklerimize “körolası çöpçüler” diye haykırmışız isyanımızı şarkılarda. Halbuki sokakların kirini onlar olmasa temizleyecek kimse yok. Onların kabahati nerede bilmiyorum. Ama bize düşen elimizi taşın altına koymaktır. Federallerin yaptıklarının hesabını ve cevabını ise federallerin vermesi gerekir. Dolayısıyla “körolası çöpçüler”den “kahrolası federaller”e geçmedikten sonra sen, ben, bizim oğlan sadece konuşmaya devam ederiz. 

Etiketler :
, ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum