İbret ibret ibret
...
Devr-i daim içinde yine bir Ramazan ayı geldi. En güzel encamlara vesile olması elbette ki en büyük duamız. O sebeple de oruç ayı diye bilsek de aslında ibret ayı dense belki daha manalı olur. Çünkü tüm dünya hayatının özeti gibidir. Kaideler vardır. Kaidelerle ilgili verilen doğru veya yanlış cevaplar vardır. Sonra akşam ezanının sesiyle başlayan mükafat-ceza dönemi vardır. İşte bu Ramazanlar nedense bana hep ölümü hatırlatır. Ölmüş insan nasıl ki istediği zaman yiyemez de-kalkamaz da dirileceği günü beklerse burada da öyle. İşte Ramazan’ın akşam ezanı ölümden dirilişi anlatır bana. Küçük bir kıyamet sahnesidir esasında o iftar vakti.
…
Bazen yaşadığımız, duyduğumuz hadiselerde bunu anlatmaz mı? Mesela yıllar önce 24 Ekim 1997 akşamı saat 22:00 sularında Konya-Karapınar civarında bir otobüs bir tankerle çarpışmıştı. Trafik kazasının haberi tüm ülkede büyük bir yasa neden olmuştu. Çünkü çoğunluğu Erciyes ve Niğde Üniversitelerinden olan 46 üniversite öğrencisi tatilin hayaliyle ailelerine kavuşmayı beklerken, bu kazada hayatını kaybetmişti. Kazada çarpışan otobüs ve tankerle birlikte hem 49 insan hem de eşyaları, çarpışmanın etkisiyle yanmıştı. Lakin kaza mahallinde öğrencilerden birine ait olan bir defterden kalan küçük bir yaprak parçası hikmet-i ilahi yanmamıştı. Bu elim kazadan geriye kalan kağıtta asıl gerçekliği beyinlere kazırcasına şu yazıyordu: “Dünyada ölümden başkası yalan.” Candan Erçetin’in seslendirdiği yalan adlı şarkısındaki bu mısra ile o kaza sembolleşmişti.
…
Gel zaman git zaman, köprünün altından çok sular aktı, zaman da, insanlar da değişti. Herşey unutulmaya aday olduğu gibi bu olayda unutuldu. O elim kaza unutulsa da ölüm gerçeği varlığını hatırlatarak hergün kapıları çalmaya devam ediyor.
İşte bu gerçeği düşündüğünüz zaman bizim inancımızda vefat etmiş bir insanın duymak isteyeceği ve hayırla anılmanın en güzel özetidir belki de; “Mekanı cennet olsun veya Cenab-ı Hakk rahmetiyle muamele eylesin, Peygamber Efendimize komşu olsun” sözü. Söylenmesi ne kadar kolaysa haketmesi, emek vermesi o kadar zor bulunduğumuz şartlarda. Çünkü iş rahmet yerine adalete kalırsa kurtarma durumumuz yok.
Vefat gerçekleşip de o tabuta girince müteveffa için farklı bir yolculuk başlar. Tabutta her kim yatarsa yatsın ismiyle hitap edilmez. “Bu cenaze”, “bu mevta” denir. Tabuta konulduğun an ismin bile ismin olmaz. Makamın, mevkiin, görevin, ne olursa olsun eşin, çocukların, tanıdıkların hiçbir şeyin geçerliliği ve gerçekliği kalmamıştır artık. Yaşın kaç olursa olsun öldüğün gün asıl hayatın başlamıştır. Yerin neresi olursa olsun, en güzel villalarda da yaşasan, en sağlam kalelerde olsan hepsi anlamını yitirmiştir artık. Karşında sıra sıra duran emir erlerin yoktur. İstediğin gibi kullanacağın makam aracın yoktur. İstediğin gibi soyacağın 4-5 yerden gelen kaynaklar tükenmiştir. Cezalandıracağın, tutuklayacağın sanıklar kalmamıştır. Kullanacağın uyuşturucu seni uçurmaz artık. İşe alma, iş ayarlama dönemin geçmiştir. Bir talimatla insanları işten attığın/attırdığın gücün yoktur. Artık ihaleler bitmiştir. Komisyonlar, rüşvetler kalmamıştır. Evler, arabalar, bankalarda milyonlarca liralar, dolarlar bir nefes dahi veremez artık. Birilerine yaptığın torpilin burada mükafatını bekleyemezsin. Onu hakim yaptım, bunu müdür yaptım, şunu memur yaptım desende orada kimseye insanlık için yaptım, sevaptır diye yutturamazsın. Bulduğun referansın son nefesten itibaren geçmeyecektir. Birilerinin hakkına girerek aldığın-aldırdığın haram memuriyetin, bu memuriyetten kazancın veya kazandırdığın haramların inandığımız tarafta kurtaramayacaktır. İşte öyle bir anki tabutunda giderken herkesin sesini duyarsında kimseye sesini duyuramazsın. İşte o zaman anlarsın öldüğünü. Hor gördüğün hizmetlinin yaşayışına hasretle bakarsın. Maaşını verdiğin işçinin emeğini beklersin. Küçümsediğin insanlar gibi hayatta olmak istersin. Ama nafiledir. Amel dönemin kapanmıştır ve hesap dönemin başlamıştır. İşte o haramların hepsi orada başına beladır da parmağını kımıldatacak mecalin yoktur.
…
Hesap ise çok çetin!!! Herkes ayağını denk almak zorundadır. İnsan başkalarının hakkına girip de hak etmediği, hakkını veremeyeceği göreve yanaşmamalıdır. Ve dahi makamının ve davasının gücünden, nüfuzundan istifade edip dünyalık biriktirmemelidir, zengin olamamalıdır, evlatlarının geçimini buradan sağlamamalıdır, kimseyi hor görmemelidir. Çünkü o hakların hepsi burada da çıkar orda da çıkar. Ondanda çıkar beslediklerinden de çıkar. Bu tarafta anlayamazsan o tarafta anlatırlar. Hele de çok büyük bir iddianız varsa her bir görevin ateşten gömlek ve emanet olduğunun şuurunda olmak bir mecburiyettir. Kişinin her daim bunun bilinciyle tirtir titremesi, kul hakları ve kamu haklarından korkması, kulisçilik yapmaması, hizipçilik yapmaması, rol ve makam gözetmeksizin gerektiği gibi çalışması, vazifesinin hakkını vermesi, kimsenin hakkına, adam kayırmaya girmemesi elzemdir. Böyle olmasaydı mazlumun ahının şahı indireceğini söyleyemezdiler.
Hata araştırıcı değil, hataları tedavi eden olmalıdır yetki ehlinin cümlesi. Asla dürüstlükten taviz vermemesi gerekir. “Hakkı ve doğruyu” yapışık ikiz kardeşi gibi kabul etmelidir bulunduğu makamda. Karşısındaki zalim güçlü hükümdar dahi olsa güçsüz mazlumun hakkını haykırmayı bilmelidir. Her işi ehline vermeli, liyakati olmadığı bir işi asla almamalıdır. Tevazu ve anlayışı asla esirgememeli, emanetin şuurunda olmalıdır. Feraset, basiret, dirayet ehli olma zorunluluğu vardır yetki ehli kişilerin. Bunlar olmazsa ne olur? Son nefesin ölüme açıldığı dünya kapısında tabandan tavana hepsi birbiriyle etkileşimde olduğuna göre hep birlikte vade doluncaya kadar cehennemi yaşamaya devam ederiz.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.