Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Arb. Av. Hamit Serdar Yılmaz

Sezen Aksu üzerine…

...

İncil’de bir hadise anlatılır. Buna göre; Yahudiler, arkalarında büyük bir kalabalık olduğu halde, zina yapmış bir kadını saçlarından sürükleyerek Hz. İsa’nın huzuruna getirirler ve bu kadını cezalandırmasını istediler. Amaçları Hz. İsa’yı denemek ve zorda bırakmaktır. Çünkü kendisinden önceki peygamber Hz. Musa’nın şeriatına göre zina eden kadının taşlanması gerekiyordu. Hz. İsa ise insanlara sürekli merhametli olmayı, affetmeyi, iyilik yapmayı tavsiye etmekteydi. Bu sebeple kadını öldürtse, herkes tavsiye ettiğin iyilik-merhamet nerede diyecekler ve toplumda zorda bırakacaklardı. Kadını bıraksa bu seferde Hz. Musa’nın şeriatına uymuyor diye fitne çıkaracaklar ve yine zorda bırakacaklardı.

O ortamda, Hz. İsa gelen ilahi buyrukla yere eğilerek bir daire çizdi. O daire de Allah’ın izniyle bir anda büyük bir aynaya dönüştü. Kadını taşlamak isteyen kalabalıktan o aynaya bakan herkes geçmişte işlediği bütün günahları görür oldu ve kendi kendilerine büyük bir utancın içinde kaldılar. Hz. İsa yerden doğrularak arkasına bakmadan; “Kadını bırakın” dedi ve bıraktılar. Akabinde sırtı kalabalığa dönük bir vaziyette; “İlk taşı günahsız olanınız atsın” buyurdu. Bunun üzerine kalabalığın sesi kesildi. Bir müddet beklediği halde hala taş atılmayınca Hz. İsa geriye dönüp baktı ki, kadından başka o kalabalıktan kimse kalmamış, hepsi oradan kaçmışlardı. Çünkü aynada gördükleri kendi günahlarının utancı o ilk taşın kadına atılmasına mani olmuştu.

Ülkemizde takriben bir haftadır Sezen Aksu’nun 2017 yılında çıkan bir şarkısında geçen; “…selam söyleyin o cahil Adem ile Havva’ya…” şeklindeki sözler nedeniyle Hz. Adem’e ve Hz. Havva’ya hakaret ettiği ve aşağıladığı iddiasıyla linç kampanyası gündeminde olmaya devam ediyor. Tabi bu arada kimse kendi sokağına bakmadığı gibi, kimse kendi günahına bakma niyetinde de değil. Güç sahiplerinin gözü başkasının ayıbı peşinde ve birilerini taşlamak için fırsat kolluyor. Herkes kendi günahını örtmek için, ötekinin ne kadar günahkar olduğunun derdine düşmüş.

Mesele milletin ince noktası olunca işin birinci boyutu olarak şöyle karşıma nasıl bir fecaat çıkacak diye yakın tarihten gelen şarkılara bakayım dedim ve şunları buldum: Emrah; ‘Tanrım, kötü kullarını sen affetsen ben affetmem.’ Kubat; ‘Seni Allah kadar sevdim.’ Mahsun Kırmızıgül; ‘Sevdim seni Rabbim kadar.’ Orhan Gencebay; ‘Kaderin böylesine yazıklar olsun.’ Grup Af; ‘Yaradanın boş vaktine gelmiş deli yosma.’ Muazzez Abacı; ‘Seninle cehennem ödüldür bana, sensiz cennet bile sürgün sayılır.’ Erol Evgin; ‘Seni sevmek ibadetim.’ Orhan Gencebay; ‘Batsın bu dünya.’ Hakkı Bulut; ‘Sana taptım.’ İbrahim Tatlıses; ‘Bir sana bir de Tanrıya taptım.’ Ebru Gündeş: ‘Benim sana yaptığım canım, aşk tadında ibadet.’ Müslüm Gürses; ‘İsyanım var benim kadere, ne güldürdü öldürdü bir kere.’ Ferhat Göçer; ‘Cenneti değişmem saçının teline.’ Selami Şahin: ‘Tapılacak kadınsın.’ Ayşe Hatun Önal; ‘Can verir ya Tanrı taşlara sen de bana…’ Liste uzuyor. Tabi bugüne kadar bu parçalara kimse ses çıkarmadı. Hala da dinleniyor.

İşin diğer boyutu bu şarkılar mesabesinde siyasetçilerin de sözleri var. Bir milletvekili; “Başbakana dokunmak bile bence ibadettir.” derken, diğer milletvekili; “Allah’ın tüm vasıflarını üzerinde toplamış lider” olduğunu, bir başkası ise “Allah gibi geldiğini” iddia etmişti. Bir belediye başkanı; “Başbakanımızın çıkacağı televizyon yere konmaz” diyerek televizyona uluhiyet vermişti. Bir kadın kolları başkanı ablamız, “AK Partili olmak başbakana nikâhla bağlanmaktır” diyerek farkında olmadan başbakanımızı harem kurmakla itham etmişti. Bir bakanımız; “Şanlıurfa’ya bahar gelmiş. Başbakanımızı karşılamak üzere tarih de coğrafya da kıyama kalkıyor” diyerek çiçeğe böceğe de ulvi bir göre yüklerken, bir il başkanı; “Başbakan ikinci peygamber gibidir” diyerek, mucizeler beklediğini ifşa etmişti. Bakara-makara caps’lerinden tanıdığımız bir arkadaş “lideri ilahlaştırma” yarışında başbakanın bu günlere gelmesine vesile olan şehirleri kutsallaştırmıştı. Bir şairimizse iddialı biçimde; “devlet başkanımızı üzmenin Allah’ı üzmek olduğunu”, halkla ilişkiler uzmanı bir yazar ablamız da, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olduğunu ileri sürmüştü. Soylu bir bakanımız; “Türkiye’nin ilelebet ezeli ve ebedi başkanıdır” diyerek, Allah’ın zati sıfatlarını katarak, yarışa bambaşka bir soluk getirmişti. Bir milletvekilimiz ağır yaşam şartları altında ezilen, psikolojik sorunlar yaşayanlara; “Bunaldın mı? Önce Allah’a, sonra ona sığın.” diyerek ayrı bir kulvar açmıştı. Bir başka vekil ise gazi mecliste Allah’a küfür edebilmişti. Tabi bu listeler uzayıp gidiyor.

İşin üçüncü bir boyutu ise ciddi düşünceleri alaycı bir üslupla anlatma sanatı kabul edilen şathiyat vardır. Edebiyatımızda tekkeler çevresinde mutasavvıflarca söylenen mizahi manzumelere Şathiyat-ı sofiyane denmiş. Tasavvufta ise sufinin kendisinden geçtiği bir sırada söylediği şeriata aykırı söz ve hareket anlamında kullanılmış. Mesela Yunus Emre, Allah’ın büyük bir mükafat olarak vadettiği cenneti; “Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle birkaç huri/İsteyene ver onu/Bana seni gerek seni” diyerek cenneti sadece birkaç köşke ve huriye indirgemiş. Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hakk" (ben Tanrı'yım veya Tanrı ile beraberim) sözü tasavvuftaki şath'ın en meşhur örneklerinden. Yine Kaygusuz Abdal’ın; “Kıldan köprü yaratmışsın/Gelsin kulum geçsün deyü/Hele biz şöyle duralım/Yiğit isen geç a Tanrı” gibi manzumeleri bulunmaktadır.

İşin dördüncü bir boyutu olarak, günümüzün Bel’am’larının yolsuzluğun hırsızlık olmadığı, TOKİ kredisi faizinin helal olduğu, kur korumasından alınan farkın faiz olmadığı, hükümeti eleştirmenin günah olduğu veya devlet malının ya da yardım için toplanan malların ganimet olduğuna dair fetvaları var.

Allah, Nisa suresi 140. ayette; “…Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alındığını duyduğunuz zaman, başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber (aynı mecliste) oturmayın. (İnkâr etmeden ya da konuyu değiştirmedikleri hâlde aynı ortamda oturursanız) şüphesiz ki siz de onlar gibi (kâfir/müşrik) olursunuz…” buyurmaktadır. En’am 68. ayette ise; “Ayetlerimize (alaya alma ve yalanlamayla) dalanları gördüğünde -başka bir söze dalıncaya dek- onlardan yüz çevir. Şayet şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra zalimler topluluğuyla beraber oturma!” buyurmaktadır.

Ülkemizde yapılan veya yapılmak istenen bütün işlerde insanlar faize yönlendirilmekte hatta mecbur bırakılmaktadır. Oysa Bakara Suresi 278. ayette; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve şayet müminlerseniz faizi terk edin.” buyurmaktayken, 279. ayette; “Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin.” diye buyrulmaktadır.

Toplumda tabandan tavana hırsızlıklar, haksızlıklar, ihaleler, torpiller, kul hakkı, adaletsizlikler vs. sayamayacağımız konuları da kattığımızda isyanları oynayanlar Sezen Aksu’ya tepki göstermeyi kendine hak sayıyor. Bu kişi “cahil” kelimesi yerine “ümmi” kelimesini kullansaydı, hiçbir problem olmazdı. Zira Kur’an’da altı yerde geçen “ümmî; okuma-yazma bilmeyen, tahsil görmemiş; az konuşan, konuşurken hata yapan kimse” manasındaki kelimeyi kullansa belki de övülecekti. Hz. Peygamber’in ümmîliğini ise neredeyse her vaazda duymayan yok gibidir, ama itiraz eden de yoktur.Cahil” ise sözlükte; “eğitim ve öğrenim görmemiş (kimse), belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan (kimse)” olarak kullanılmakta. Peygamber de olsa her konuda mutlak bilgilidir sonucu çıkarılabilir mi, takdir okuyucunun.

İşte insan o kadar algının içinde, Mevlana’yı dinlemek istiyor; “Dün akıllıydım dünyayı değiştirmek istedim. Bugün bilgeyim, kendimi değiştirdim.” Ve işin esasında rejisör kendi oyununu oynuyor. Bize dünya yanlış gözlükle gösteriliyor. Gerçek gözlükle baktığımız zaman ise meseleler bambaşka. Onun için taşları ellerine alanlar! Kime atılacaksa, ilk taşı günahsız olan atmalı.

Etiketler :
, , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum