Bilinen oyun-8
...
Bill
Gates’in ve benzer aktörlerin insanlığa olan faaliyetlerinin tabiatta,
kültürlerde, biyolojik çeşitlilikte, halk nezdinde ve ülkelerin yönetim
anlayışlarında nasıl bir sonuca ulaştıracağını zaman gösterecektir. Onun
çalışmalarının kendisindeki tezahürü olan insancıllığının, dışarıdaki tezahürü
olarak insanı esas alan bir anlayış mı olacak yoksa insancıl kapitalizm aşamasında
kalacak bir olgu mu yoksa insancıl emperyalizm aşamasını da tüm dünyaya
yaşatacak bir yeni düzen parçası mı olduğunu zamanla öğreneceğiz. Lakin koronavirüs
salgını ve sözkonusu süreçte yaşatılan tecritler ve kısıtlamalar, hem bedenimizin
ve zihnimizin hem de toplumumuzun birlikte nasıl istila edilecek ve nasıl
kontrol edilecek nesneler haline getirildiğimizi göstermiştir. Dünyaya etki ve
yetki sahiplerince söylenen olarak; “kontrol altına alınmamış bir virüs” vardır
ve her geçen gün yeni sözde varyantları ortaya çıkmaktadır. Bu beyan virüsün
tespit edilemediğini, vasıflarının bilinemediğini ve kontrolü olmadığını gösterir.
Çünkü tespit edilmiş olması tüm vasıflarının bilinerek kontrol altına
alınmasını gerektirir, yayılmayı önletir. Oysa sözde virüs yeni şekilleriyle
sürekli yayılmaktadır. O zaman evsafı tespit edilemeyen ve bilinmeyen bir
virüsün kontrolü nasıl olacaktır, aşısı nasıl olacaktır? Yok eğer aşısı bulunan
ve bilinen bir virüsse niçin kontrol altına alınamamış olsun ki?
Hal
böyle olunca insanın aklına başka konular geliyor. Bu bağlamda internete
yansıyan bilgilerden Fransa Başkanı
François Mitterrand’a danışmanlık hizmeti vermiş bir iktisatçı olan Jacques Attali'nin
1981 yılında yazdığı "Verbatim" adlı kitabında salgın kaynaklı toplu
katliamlardan bahsettiği iddiası
vardır. Doğruluğu şüpheli olan sayfaların doğruluğuna itimat etmiyoruz. Ancak Alman
televizyonunda da gündem olması münasebetiyle açıklamanın
alıntısını sunmak istiyorum: “Gelecek, nüfusu
azaltmak için bir yol aramakla geçecek! Elbette, toplama kampları yaparak ya da
katlederek değil. Onları kendi iyilikleri için olduğuna inandırarak onlardan
kurtulacağız. İnsanları hedefleyen bir salgın, yaşlıları öldüren bir virüs,
illa ki bir sebep ya da bir şey bulacağız, çok da önemli değil, zayıflar ve
korkaklar ona boyun eğecek! Aptallar buna inanacak ve tedavi edilmeleri için
yalvaracak. Çözüm olacak tedaviyi önceden planlamış olacağız. Böylece
moronların seçimi kendi kendine yapılmış olacak: mezbahaya yalnız gidecekler.”
…
Hem
kitap elimizde olmadığından hem de Türkçe tercümesi olmadığından bu bilgi ne derece
doğrudur bilmiyoruz. Ancak Jacques Attalibir röportajında, “120 yıl
yaşamak mümkün mü ve arzu edilir mi?” sorusuna; “İnsan ürettiğinden daha uzun
yaşar ve sonra topluma daha pahalıya mal olur. Toplum açısından bakıldığında
insan makinesinin yavaş yavaş bozulmadan önce aniden durması tercih edilir.
Sanayi toplumunun amacı yaşam süresini uzatmak değil, insanı belirli bir yaşam
süresi içinde mümkün olduğu kadar iyi yaşamasını sağlamak.” ifadelerini
kullanmıştı. Yani kapitalist sistemin mihmandarlığını yapan batının anlayışında
her insana ekonomik şartlara ve toplumsal katkıya göre bir ömür biçilmiştir ve
insan sistemin biçtiği o ömürden daha fazla yaşamamalıdır.
Attali,
Breve Historia Del Futuro (Geleceğin Kısa Tarihi) kitabında; “Ötenazi her
durumda gelecekteki toplumların temel araçlarından biri olacak. Sosyalist
mantıkta, temel özgürlük intihardır. Sonuç olarak, doğrudan veya dolaylı
intihar hakkı bu tür toplumlarda mutlak bir değerdir. Kapitalist toplumda,
ekonomik olarak çok pahalı olduğunda yaşam ortadan kaldırmaya olanak tanıyarak
öldürme makineleri, protezler ortaya çıkacak ve yaygın bir uygulama olacak. Bu
nedenle, ötenazinin bir özgürlük değeri veya bir meta olarak geleceğin
toplumunun kurallarından biri olacağına inanıyorum.” Şeklinde bir tespitte
bulunuyor. Bahsedilen bu öldürme makinelerinin biyoterörizm diye ifade edilen
virüslerin olmasını veya nanoçiplerin olmasını engelleyici bir şey bu zamanda
bulunmamaktadır.
Ancak
dünya tarihine baktığımızda Avrupa devletlerinin çoğu dünyanın değişik yerlerinde
işgalleriyle sömürgeler kurmuşlardır. Misalen sömürgecilikte meşhur olan
İngiltere sadece bu sebeple uzun yıllar “üzerinde güneş batmayan ülke” olarak
anılmıştır. Günümüzde ise bunun bir neticesi olarak “İngiliz Milletler
Topluluğu’nu oluşturmuştur. Sömürgeci devletler kurdukları sömürge sistemiyle
yerli halkın yaşam alanını kuşatmışlar ve insanları dar bir mekana mahkum
ederek kendi anlayışlarındaki özgür yaşamlarını ortadan kaldırmışlardır.
Kaldırdıkları bu alanın yerine sömürecekleri hammadde alanını kurmuşlar,
işçiliğini ise yerli halka yaptırmışlardır. Kendilerinin dışındakileri sadece
köleler olarak görmüşlerdir. İşte bu bakış açısı; hayattaki samimi ilişkileri
görmekten, insanca yaşamaktan, kainattaki çeşitliliğin ne büyük bir nimet
olduğunu anlamaktan, yeryüzünün her yıl yenilenmesindeki incelikten, yeryüzünün
insana hizmet için olduğunu ama insanın hep bir ihanet içerisinde bulunduğunu
anlamaktan mahrumdur. Bu bakış açısı yeryüzünü kırılmış ekin tanelerinin olduğu
bir çöle çevirmenin gayretindedir. Bu mantık çorak fikirlere boğulmuş,
niteliğini kaybetmiş, körleşmiş bir
şiddet sarmalında insanlığın olmadığı bir gelecek tasavvurundan başka bir
düşünce taşımamaktadır. Salgın korkusu ve tecridinden mürekkep algıyla,
insanlığın olmadığı ehlileştirilmiş küçük bir insanlığa ait bir gelecek için maalesef
laboratuvar deneyleri devam etmektedir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.