Günümüzde Köy Enstitülerinin işlevi olabilir mi?
...
17
Nisan 2022, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82. yılı. Hiç şüphesiz laik/Atatürkçü
çevreler her yıl olduğu gibi bu yıl da bu eğitim kurumları için ah’lar vah’lar,
sızlanmalar, bitmez tükenmez özlemler eşliğinde anmalar yapacak; ağıtlar
döktürecektir. Dünyada bir benzeri olmayan, bütünüyle bize özgü eğitim
kurumları olarak onlardan yoksun kalışımızın toplumumuza kaybettirdikleri
sayılıp dökülecektir. Çünkü Köy Enstitüleri 1954’te Köy Öğretmen Okullarına
çevrileliden beri bunlar her yıl aralıksız yapılmaktadır. Dünyada kurulmuş,
açılmış, belli dönem işlev görmüş; sonrasında da koşullar gereği ya kapatılmış
ya da Köy Enstitüleri gibi rolleri az çok değiştirilerek başka isim altında
devam etmiş hiçbir eğitim kurumu hakkında Köy Enstitüleri için olduğu gibi
kesintisiz güzellemeler düzüldüğü görülmemiştir!
Konuyla
pek ilgisi olmayan insanlar bu özlemlere, bu güzellemelere bakınca, “Vay bee, biz ne kadar önemli, ne kadar
değerli bir eğitim kurumundan mahrum bırakılmışız! Demek ki bu kurumlar hiç
değişikliğe uğramadan işlevlerine devam etselerdi biz şimdi Avrupa’yı bile
sollamış olurduk!” demekten kendini alamaz.
Oysa
işin aslı hiç de böyle değildir. Her şeyden önce bu eğitim kurumları için büyük
bir abartma söz konusudur. Ne bir sıradışılıkları ne de olağanüstülükleri
vardır. Sıradan, normal, her yerde, her zaman devreye sokulup devreden
çıkarılabilecek kurumlardır.
Balkan
Savaşı, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi art arda yaşanan ve 12 yıl sürmüş
olan savaşlarda olabildiğince yıpranan Türk toplumunun her alanda yaralarını
sarmaya, toparlanmaya çalıştığı bir süreçte akıl edilen çözümlerden biri de Köy
Enstitüleridir. Adı üzerinde Köy Enstitüleri, nüfusun %80’inin köylerde
yaşadığı, bu nüfusun okuma-yazma oranının %5’in bile altında bulunduğu bir
zaman diliminde düşünülmüş ve hayata geçirilmiş kurumlardır. Okuma yazma oranı
bu kadar düşük köylünün çocuklarına okuma yazma öğretmek, köylünün kendisine de
yaşadığı bölgeye göre tarımda, marangozlukta, yapı işlerinde vb.de rehberlik
etmek için yetiştirilen ve köylere gönderilen bu gençler bir dönem rollerini
yerine getirmişlerdir. Köylerde okuma-yazma oranının yükselmesi, köylünün
yaptığı iş konusunda bilinçlenmesi amacına erişmede, hiç değilse söz konusu
amaca yaklaşmada yararlı olmuşlardır. Bu
herkesin kabul etmesi gereken Köy Enstitüleri gerçeğidir. Olağanüstü değil,
olağan ve normal bir durumdur. Normal olmayan şey ölçüsüz, sınırsız abartmadır.
Köy Enstitülerinin bir eğitim kurumu olarak değil de bir sihirbaz değneği gibi
dokunduğu her şeyi anında halleden araçlar olarak takdim edilmesidir.
Daha
da önemlisi; aradan 82 yıl geçmesine, ülkemizde ve dünyada beklenen ve beklenmeyen gelişmeler yaşanmasına rağmen onların
bugün de aranan, bugün de eğitimin-öğretimin tüm aksaklıklarını giderecek,
Türkiye’yi şaha kaldıracak eğitim yuvaları olduğuna dair iddia ve inanca sahip
olunmasıdır. Bu yıldönümünde konuşulan ve yazılanlara dikkat edin bu tespitin
ne kadar gerçekçi olduğunu göreceksiniz.
Kurulduğu
yıllarda %80’i köylerde, bugün tam tersine %80’i kentlerde yaşayan Türkiye
nüfusunun her alanda olduğu gibi eğitim alanında da olabildiğince karmaşıklaşan
sorunlarına Köy Enstitüleri nasıl bir çözüm olabilir? 1940’lı yılların sade ve
homojen bir toplumunun çok yalın eğitim sorunlarını çözmek için programlanmış
bu kurumlar; aradan geçen 80 yılda nüfusu dört kattan fazla artmış, çoğulculaşmış,
heterojenleşmiş bir toplumun eğitim sorununu çözmek için nasıl alternatifsiz
bir araç olarak sunulabilir? Ama bu sunma, bu kurumların istihale geçirmesinden
bu yana aralıksız yapılmış, bugün de buna kayıtsız şekilde devam edilmektedir.
Buraya
kadar Köy Enstitüleriyle ilgili objektif tespitlerde bulunmaya çalıştım. Bu
kurumlara olumsuz bakışlara hiç değinmedim. Halbuki bu kurumları övenler, yere
göğe sığdıramayanlar kadar sayısı çok olmasa da ciddi ciddi eleştirenler,
suçlayanlar, Marksist ideoloji aygıtı kurumlar olarak görenler de çıkmıştır:
“Köy Enstitülerinin fikir babalarından
İsmail Hakkı Tonguç’un oğlu Engin Tonguç şöyle diyor: Köy enstitüleri sistemi
başlı başına ne bir okuma yazma kampanyası, ne öğretmen yetiştirme çabası, ne
de köy kalkınması sorunu idi. Temel amacı bakımından tarihsel koşulların
hazırladığı bir olanaktan yararlanarak iktidara katılıp elde edilen yürütme
gücü ile emekçi sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlandırmak için
girişilmiş bir devrim stratejisi idi.” (Yavuz Bülent Bakiler; Tabuları
Yıkmak, s. 113.)
Köy
Enstitüleri ile ilgili olarak bugüne kadar buna benzer çok şey söylenmiş ve
yazılmıştır. Bu konuda konuşup yazanlar arasında Kemal Tahir’in ayrı bir yeri
olduğu su götürmez. İşte şu düşünceler de onun:
“Köy Enstitüleri, Tek Parti dönemi
kuruluşlarından biri olarak düşünülmüştür. Köy çocuklarından özel bir eğitimle
yetiştirilecek köy öğretmenleri, tek partinin köyde gözü, kulağı olacak,
gerekirse devlet güçlerini yanlarına alarak rejim düşmanlarıyla boğuşacaktı.
Çok partili bir dönemde böyle bir köy
öğretmeninin durumu ne olur? Bunu kestirmek bugün artık hiç kimse için güç
değildir. Kaldı ki bizdeki siyasal ve toplumsal şartlar içinde Köy Enstitüleri,
köylü çocuklarının çile çekme ve azla yetinme yatkınlıklarından yararlanarak en
ağır işlerde gaddarca çalıştırılıp sömürülmelerinden başka bir sonuç veremezdi.
Nitekim bu deneme son hesaplaşmada biz Türk aydınlarının halk düşmanlığımızı
değilse bile halka hiç acımadığımızı ispatlamıştır. Bozkırdaki Çekirdek işte bu
çapraşık dramın romanıdır.” (Kemal Tahir, Bozkırdaki Çekirdek, Bilgi
Yayınevi, 3. b. 1972.)
Günümüz
Türkiye’sinde bu kurumlarla ilgili doğru tutum, bunların bir dönem görevlerini
yaptıktan sonra birçok başka kurum gibi tarihin hafızasına tevdi edilmiş olarak
görülmesidir. Çünkü Köy Enstitüleri eğer ideolojik bir dayatma ve inatlaşma söz
konusu olmazsa günümüzde hiçbir açıdan gündem olmayı hak etmemektedir.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.