Türkiye’de darbe karşıtlığının gerçek miladı: 15 TEMMUZ

...

Türk halkı, geçmişte oylarıyla iktidar yaptığı liderlerin, kadroların silahlı kuvvetler tarafından defalarca alaşağı edilmesine hiçbir yerde, hiçbir meydanda en küçük bir tepki göstermemiş, gösterememiştir. Demokrasiye ilk darbe olan 27 Mayıs 1960’ta, iktidar verdiği başbakanın, onun bakanlarının, milletvekillerinin onur kırıcı şekilde gözaltına alınmalarına, tutuklanmalarına, aşağılanmalarına, uydurma bir mahkemede yargılanmalarına, mahkûm edilmelerine, başbakanının ve iki bakanının da idam edilmesine “bu kadarı da olmaz!” denecek boyutlarda seyirci kalmıştır. 27 Mayıs darbecileri bile DP’ye oy vermiş halktan bu kadar pasiflik beklemediklerini, sözgelişi Menderes’in asılması karşısında bir reaksiyon gösterileceği düşüncesiyle tedirginlik yaşadıklarını itiraf etmişlerdir. Ama ne yazık ki hiç kimsenin gıkı çıkmamıştır!

Arap Baharı sürecinde Mısır halkının oylarıyla iktidar verdiği Mursi’ye Temmuz 2013’te ordunun darbe yapması karşısında Kahire’nin “Adeviye” Meydanı’ndan verdikleri tepki bütün dünyada büyük yankı uyandırmıştı. “Adeviye”deki bu direniş; darbe karşıtlığının, sandığın belirleyiciliğine saygı duyulmasının talebi olarak evrensel hafızaya nakşolmuştur.

Günümüzde hemen her demokraside muhalefet tarafından sandığın her şey olmadığına vurgu yapılıyorsa da hiç kimse şimdiye kadar halk iradesinin belirleyiciliğinin sandıktan başka daha temel bir kriterini, daha esaslı bir aracını gösterememiştir. Adeviye; sandığın onuruna sahip çıkmanın, sandıkta beliren iradenin hesabını sormanın adresidir.  O günlerde bu direniş üzerine yazdığımız bir yazıda, “Buradan en fazla ders çıkarması gereken Türk halkıdır. Çünkü yaşadığı birçok darbe ve müdahale karşısında bütün cesaret, hamaset edebiyatına rağmen hiç sesini çıkaramamış, en küçük bir direniş gösterememiştir.” demiştik.

15 Temmuz; Türk halkının geçmişte milli iradenin onurunun pervasızca çiğnendiği dönemlerdeki inanılmaz pasifliğini, korkaklığını, üzerine ölü toprağı serpilmişliğini bile telafi edici, bağışlatıcı bir direniştir. İnsanların verdiği oylara sahip çıkmasının, sandığın namusunu korumanın evrensel bir örneğidir. Bu yüzden ne kadar övülse ve kendisiyle ne kadar övünülse yeridir. Türk halkının 15 Temmuz 2016’daki tarihin en hain, en kalleş darbe girişimi karşısındaki şanlı direnişi, hangi ölçüye vurulursa vurulsun, hangi değerlendirmeye tabi tutulursa tutulsun gerçek bir kahramanlık hikâyesi, gerçek bir destandır.

Son 60 yıldan bu yana Türkiye’de sandıktan çıkmış iktidarlara karşı dört defa darbe gerçekleştirilmiş, bir o kadar da darbe girişiminde bulunulmuştur. Bunların içinde 15 Temmuz 2016 darbe girişimi kadar hainine, halkın silahını fütursuzca halka çevirenine, bu milletin kalbi olan kurumları yakmaya/yıkmaya, ülkeyi emperyalist güçlerin ipoteği altına sokmaya teşne bir darbe ve darbe girişimi olmamıştır.

15 Temmuz darbe girişiminden önceki darbelerde ve darbe girişimlerinde en azından, “milli birliği sağlamak”, “kardeş kavgasını önlemek”, “Atatürk devrimlerini korumak” gibi genişçe bir kamuoyundan destek görecek meşruiyet gerekçeleri öne sürülürdü. 15 Temmuz’un ise ipleri ABD derin devletinin elinde olan hain bir cemaatin çıkarlarını hesaplamaktan başka hiçbir gerekçesi yoktur. Çünkü bu cemaat bütün faaliyetlerini “gaye vasıtayı mubah kılar” şeklinde ifade edilen hukuk ve insanlık dışı felsefeye göre yürütmüş; bu yolda bütün iyilik ve güzellikleri, bütün insani değerleri ezip geçmiştir. İşte bu yüzdendir ki FETÖ, tarih boyunca Türk milletinin başına gelmiş en büyük beladır.

Türk tarihinin başlangıcından bugüne kadar hiçbir örgüt, yapı, organizasyon, cemaat, tarikat vb. Türklere ve Türkiye’ye Fethullah Gülen Cemaati kadar ihanet etmemiş; Gülen Cemaati kadar zarar vermemiştir. Yine tarihte ve günümüzde hiçbir örgüt, yapı, cemaat vb. Gülen cemaati kadar Türkiye düşmanlarıyla iş birliği yapmamış; Türkiye düşmanlarının gönüllü taşeronluğuna soyunmamıştır.  Tarihin hiçbir devrinde hiçbir ülkede bu örgüt kadar sinsi, tehlikeli, ikiyüzlü, takiyeci bir yapı görülmemiştir. Bu yapı kendisini frenleyecek hiçbir kutsal tanımadığı için şeytanın bile aklına gelmeyen hile ve kumpasları yapabilmiş; her türlü ahlaksızlık ve sahtekârlığı mubah sayabilmiş; her hakkı, her onuru büyük bir rahatlıkla çiğneyebilmiştir. Balzac’ın büyük eseri Goriot Baba’da dönemin Paris’ini anlatan bir sözü var: “Cehennemlik sahtekârlıklara rastlamadan Paris’in içinde tek bir adım atamazsınız!”  Bu cemaati de cehennemlik sahtekârlıklarını göz önüne almadan asla anlayamayız ve tanıyamayız.

Tarihte hiçbir örgüt, mensuplarının bireysel özgürlük ve iradelerini FETÖ kadar işlemez hale getirememiştir. Ne komünizm ne faşizm, ne nazizm, ne de herhangi başka bir ideoloji bu alanda bu örgüt kadar başarılı olmuştur. Bu cemaat; mensuplarının, bağlılarının beyinlerini yıkamanın ötesinde onu felç eden, mankurtlaştıran o kadar güçlü bir yöntem uyguluyor ki içlerinden hiç kimse kul haklarını yemeye, çalınmış sorularla sınav kazanmaya, onca hileye, sahtekârlığa, hırsızlığa, iftiraya, şantajcılığa, kumpasa mevcut yasalar adına değil; din, ahlak, vicdan adına bile itiraz edemiyor. Bütün bu olup bitenler göstermiştir ki Gülen Cemaatinin hiçbir bağlısında vatan ve millet çıkarlarının dünyadaki en yüksek çıkar olduğu bilinci uyanmamıştır.

AK Parti iktidarı baştan beri Fetullah’a ve cemaatine yüz vermekle, onun adamlarını bürokraside istihdam etmekle suçlandı. Bunda gerçek payı olmakla beraber cemaatin AK Parti öncesinde de uzun yıllar bin bir türlü hile ile orduda, yargıda, emniyette, milli eğitimde yuvalandığı; devletin asla sızılamaz diye bilinen kurumlarına bile sızdığı unutulmamalıdır. Bu hareket, iktidarda AK Parti değil de başka bir parti olsaydı bile şeytani hileleriyle bütün kaleleri fethedecek güce ulaşırlardı. Hiçbir iktidarın bunları engelleme, gerçek amaçlarını keşfetme, ihanetlerini öngörebilme şansı olamazdı.

Bu sebeple bu ülkeyi yönetenler kimler olursa olsun, bu ülke ve milletin bekası adına böyle bir yapı ile mücadeleden daha önemli ve öncelikli bir görev olamaz. Çünkü riyakârlığı, samimiyetsizliği, namertliği bu kadar içselleştirmiş insanlarla ve onları o hale sokan örgütle mücadele etmek ve bunu başarmak bu dünyadaki en büyük zaferdir. Devleti ve milleti böyle bir beladan kurtarmanın şerefi, başka hiçbir şerefle mukayese edilemez. 

Etiketler :
, , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum