Bahar güzellemesi (2) Ankaralı Çiğdem

...

O, ilkbaharın kızı, sarışınların en güzeli, en mahcubu, en canı tezi, en iyi giyineni, yeşili ve kahverengiyi en çok yakıştıranı... O, hoyrat ellerce en çok incitilen, yuvası en çok dağıtılan, tacını takıp gelinliğini giyemeden kalbi en çok deşilen... O, kırların kızı, sessizliğe, sakinliğe sığınan bozkır güzeli...O, bir dönemin şöhreti, gözdesi, göz kamaştıranı...O, bugünün unutulmuşu, kalbi kırık prensesi, Anadolu’nun hüzünlü kızı...Çiğdem’i ilk kez ilkokula başladığım yıl gördüm ve hâlâ o haliyle hatırlarım. Okul kapısının önünde bir satıcı. Elinde hasır sepet... Sepette demet halinde onlarca çiğdem, birbirine örülü, belik gibi. Sepet bir hücre, çiğdemler ayaklarından zincirlenmiş esirler misâli… Bazı öğrenciler para verip çiğdem aldı. Sık dokulu fileleriydi dikkatimi çeken. Satıcı, eline aldığı çiğdem demetini sepetin kenarına vurunca, kızıl toprak saçıldı; yarısı sepete, yarısı yere... Çiğdemlerin hırpalanışına üzüldüm.

Dantelden Çıkan Badem İçi Alışkın minik eller, o güzelim torbacıkları, dantel gibi örülmüş kahverengi ağ katmanını acımasızca parçalayınca ortaya bembeyaz bir yumru çıktı. Taze badem içine benziyordu. Farkı, tombulluğuydu. Misketi andırıyordu.

Bir arkadaşım elindeki demetten bir baş koparıp bana uzattı. Burnuma götürdüm, kokladım. Genzime, yoğun bir toprak kokusu doldu. Sevdiğim kokuydu. Ağ benzeri keseciği yavaşça açtım. Bembeyaz, küçücük bir yumru avucumdaydı. Her şeyi yiyemeyen bir çocuktum. Bir parça ısırdım. Ağzıma süt beyazı, tatlımsı bir sıvı geldi. Kopardığım parçanın tadını sevmedim. Sanki soğan ve patates karışımından oluşmuş bir tat almıştım. Yutamadım.

Bir daha ağzıma çiğdem değmedi. Ama o gün gördüğüm çiğdemi, o kır güzelini hiç unutmadım. Nasıl kıydın bunlara? Ankara’nın baharları güzeldir. İlkbaharı da sonbaharı da… Bir de güneş varsa tadına doyum olmaz. Mart başıydı, çocukluk aşkım çiğdemle Kızılay’da karşılaştım. Altmış yaşlarında, sakalları kırçıllaşmış, avurtları çökük biri; kaldırıma çömelmiş, elinde büyükçe bir naylon poşet. Elini soktuğu poşetten çiğdem çıkarıyor, beşini bir araya getirip demet yapıyor. En büyük çiğdemin boyu 6-7 santim kadar. Bunları bir gazete parçasına sarıyor. Çok ucuza veriyor. Bir demet çiğdem için bir demet maydanoz parası istiyor. “Bu kadar da olmaz ki! Bu fiyata bu güzellik verilir mi? Ah be canım kardeşim, nasıl kıydın bu güzelliğe!” diye içimden söyleniyorum. Sarı çiçekler sertliğini ve parıltısını kaybetmiş. Pörsümüş sarı çiçekler ve bir iki yaprak, çiğdemin gövdesine ağır gelmiş olmalı ki, minik fideler ikiye katlanmış.

Mürekkep kokulu gazete sayfaları gözüme tabut gibi gözüktü. Çiğdeme lâyık olmayan bir tabut. Kazada ölenlerin üzerine eskiden gazete örtülürdü. Olay yeri incelemesi bitene kadar ceset, üstünde gazete, öyle bekletilirdi. Kızılay’da gördüğüm çiğdemler nedense bunu hatırlattı. İnsan seli içinde, kaldırımda ölü çiğdemler ve gazete sayfaları... Çiğdemler yeni boy verip çiçeğe durmuş. Kök yumruları henüz oluşmamış. File görünümlü, toprak kokulu bohçaları yok. Minicik fide halindeler. Mülteci

Çocuklar misâli…

Mart rüzgârında titreyen mülteci çocuklar gibi; korumasız ve çıplaktılar. Narin, zarif, çok çok güzellerdi ama kökleri topraklarından ayrı düşmüştü.

Kızılay’da, poşetten çıkıp gazeteden tabuta konulan ve nereye gidecekleri meçhul körpecik çiğdemler bendeki acıma, şefkat, hüzün, kızgınlık vb. duyguları karışık bir halde önüme boca etti.“Nerden buldun bu kadar çiğdemi?” diye sordum. Çubuk’tan, Karacaören’den toplamış. Karacaören eskiden köydü, artık Ankara’nın mahallesi.“Bunlar olmamış, fileleri bile yok, niye erken topladın?” dedim. Sabah erken kalkmış, öğleye kadar kırlardan çiğdem sökmüş. “Bin kadar çiğdem var bu poşette” dedi. Bilerek erken sökmüş; “Bunları balkona, bahçeye ve saksıya ekmek isteyenler oluyor. Bir de bu haliyle sevenler var. Bir bardakta veya vazoda birkaç gün canlı duruyorlar. Ondan erken topladım” diye devam etti. Çiğdemci, daha doğru ifadeyle çiğdem avcısı “Kaç demet alacaksın” diye sorduğunda, ben çiğdemleri kırlardaki haliyle düşlüyordum.Sarı çiçekli çiğdemin literatürdeki Latince adı “Crocus Ancyrensis” ve bu ismi 1876 yılında G. Mav isimli bir İngiliz vermiş. “Crocus” çiğdem, “Ancyrensis” Ankaralı anlamında. Yani  “Ankaralı Çiğdem”. Yaygın kullanımıyla Ankara Çiğdemi.

Doğaya fısıldayan adam

“Toprak ıslanıyor, ıslandıkça kararıyor ve havaya güzel bir koku yayılıyordu. Oh! Bu ne hoş, ne rahmani bir koku idi! Bu cennet kokusu, toprak kokusu idi.”Bu müthiş cümleleri yazan botanikçi ve Türkiye’de Bitki Sosyolojisi Bilim Dalının kurucusu olan Prof. Dr. Hikmet Birand’tır. Rahmetli Hikmet Birand’ın “Anadolu Manzaraları” adlı eserinde Ankara Çiğdemi ile yaptığı sohbeti yer alır. Hikmet Birand gözlemci, güzel yazı erbabı, bitkilerle, ağaçlarla ve doğayla sohbet eden, “Doğaya fısıldayan adam”dır. “Alıç Ağacı ile Sohbetler” adlı kitabı, Türkiye tabiatını öğrenmek isteyenlerin rehberidir. Çok satan kitaplardandır. Okumayanın bir yanı eksiktir. Çiğdemli Pilav Çiğdemi taze olarak yiyemedim. Çocukluğumda bir parça ısırmış ve tatmıştım. O tadı sevmemiştim. Çorum ve Yozgat’ta çiğdemli bulgur pilavı, Gaziantep’te ise çiğdemli, kuzu etli ve pirinçli aşının yapıldığını duydum. Ankara’da da çiğdemli pilav pişirildiğini duydum ama hiçbir yerde önüme çıkmadı.

Pir Sultan Abdal’ın “Sarı Çiğdem”ini ilk kez 1970’li yıllarda Ruhi Su’dan dinledim. Hâlâ dinlerim, tekrar tekrar. Bıkmadan, zevkle, ürpererek… Pir Sultan, Ruhi Su ve Sarı Çiğdem, ruhumun üç güzeli, üçünü kardeş belledim.

Doğaya zulmetmeyelim

İnsanın zulmüne mevsimler aldırış etmez. İlahi saatin ibresi şaşmaz. Bahar gelir, çiçekler açar. Doğanın, zulme uğrayan her parçası; çiçek, böcek, toprak, su, maden, ağaç, hava, ırmak ve deniz; kirleniyor, azalıyor, can çekişiyor. Başımızı kaldırıp çiçeğe, böceğe, kuşa ve yağmura bakmıyorsak bile onlara zulmetmeyelim. Baharı kaçırmayalım. Baharın yeniden diriliş olduğunu hatırlayalım, gözleyelim, tanığı olalım. Gönlümüzün toprağını alt üst edelim. Çiğnenen, katılaşan ve hor kullanılmış yanımızı havalandıralım. Yeni ürünler için hazırlık yapalım ki, demet demet çiçeklenelim.

Pir Sultan’la noktalayalım: “Asacığı elinde Hak kelâmı dilinde Çiğdemde dervişlik var.”

Aklında bahar olanın ruhunda çiçek açarmış.

Etiketler :
, , , , , ,
Diğer Yazıları

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
0 Yorum