Seyit Onbaşı ve dedemin postalı
...
“Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar.../ O, rükû
olmasa, dünyada eğilmez başlar…” *
Postal fotoğrafını 2020’nin Ağustos’unda Tekirdağ Süleymanpaşa İlçesi Sahil Park’ta Çanakkale Savaşları Mobil Müzesi’nde çektim. Türk Dil Kurumu sözlüğünde postal kelimesi: “Genellikle askerin giydiği konçlu ve kaba potin.” diye tanımlanmış.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın koordinasyonunda, Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı tarafından Çanakkale ruhunun Türkiye’nin her yerinde hissettirilmesini hedefleyen proje için hazırlanan Mobil Müze’nin ilk duraklarından biri Tekirdağ olmuştu.
Yılın bir bölümünü Trakya’da geçiririm. Eşim ve iki oğlumla Süleymanpaşa Sahil Park’a gitmiştik. Metal ayçiçek heykelleri önünden geçerken, Gülay’ın “Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı” türküsünü duyduk. Sesin geldiği yöne yürüdük.
Bir tır, sahilin en ucuna, denize sıfır park etmiş. Üzerinde “Al Sancağın / Dalgalandığı Her Yerdir / Çanakkale” Çanakkale Savaşları Mobil Müzesi” yazıyor.
Oğlum Ali Baki 9 yaşındaydı. İlkokul dördü okuyacaktı. Mobil Müze’nin üzerindeki yazıları okuyup “Baba, senin deden Çanakkale’de şehit olmuştu. Seyit Onbaşı’nın asker arkadaşıydı değil mi?” dedi.
Geçen yıl Çanakkale Savaşlarını öğrenmişler, Seyit Onbaşı’yı kitabından bana da okumuştu. Ben de, dedem ve dedemin iki yaş büyük abisi Çanakkale şehidi oldukları için “Oğlum, Seyit Onbaşı dedemin ve dedemin abisinin asker arkadaşı” demiştim.
Bu sözü hafızasına yazmış, sınıfta öğretmenine ve arkadaşlarına anlatmış. Okuldan dönünce sevincini benimle paylaşmıştı. Onun gözünde Seyit Onbaşı ailemizden biriydi. O yaştaki bir çocuk için olağanüstü gurur verici bir durumdu.
…
Pandemi günleriydi. Mobil Müze’nin önünde maskemiz olmasına rağmen maske vermişler, genç kadın görevli “Hava sıcak, terlemiş olabilirsiniz. Bu maskeleri kullanın” demişti.
Yine müze girişindeki dezenfektan aparatıyla ellerimizi temizlemiş, maskelerimizi yenilemiştik. İçeriye 8-10 kişiden fazlası alınmıyordu. Beş dakika sonra sıra bize gelmişti. Engelliler de düşünülmüş, giriş merdiveninin yanına engelli rampası konulmuştu.
Bir tır müzeye dönüştürülmüş. Tırın içinde Çanakkale Savaşları ile ilgili resimler, fotoğraflar, çeşitli görsel materyaller vardı. Çanakkale cephesinden günümüze kalan çeşitli savaş objelerinin sergilendiği bir bölüm oluşturulmuş. Çanakkale’deki bir asker heykelinin de yer aldığı müzede videolarla bazı belgesel filmler de gösteriliyordu.
Mobil Müze’nin dizaynı, içindeki materyaller, görsel efekt, Çanakkale türkü ve şarkılarıyla bütünlük oluşturmuştu.
Müzede Çanakkale Savaşları’nın en acı hatıralarından birinin önünden uzun süre ayrılamamıştım. Bu bir postaldı; lime olmuş, bir şarapnel parçası isabet etmiş bir postal.
Kim bilir bu postal Osmanlı’nın geniş topraklarından nerelere iz bırakmıştı? Bu postal Yemen, Filistin ve Arabistan çöllerinin kumlarını çiğnemiş, Balkanlar’ın sert kayalarına basmış binlerce vatan evladından birine aitti.
Bir postal, sadece bir postal mı? Çöken bir imparatorluğun en hüzünlü, en zorlu, en kanlı günlerinin tanığı bir postal şimdi bir mobil müzede karşıma çıkmış, yüreğimi sızlatmıştı.
Kainatta her nesnenin bir dili olduğuna inanırım. Bu postalın da dili var. Dikkatli dinlersek bir bir anlatacak: Kaç şehidin ayağını öpme şerefine erdiğini, hangi kan deryasından geçtiğini, can veren yiğitlerin son anlarını, son dualarını, Kelime-i şehadetlerini...
108 yıl önce şehit düşmüş bir askerin yırtık pırtık postalı bir milletin mücadelesinin en kıymetli parçası olabilir.
Müzede gördüğüm postal, Seddülbahir Ertuğrul Tabyası’nın onarımı sırasında 2008 yılında bulunmuş. Seddülbahir İngiliz ve Fransız gemilerinin ilk saldırıyı başlatıp dev mermiler attığı yerdir.
Bu postalın, Çanakkale’de daha ilk gününde şehit düşen dedemin ayağından çıktığını hayal ettim. Öyle olamaz mı? Velet ki olmasın! Her şehit dedemiz değil mi? Seyit Onbaşı nasıl dedemin asker arkadaşı ise, bu postal da dedemin postalı.
Yine mobil müzede bir bayram günü sabahı şehit olan 57. Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey’in kanlı üniforması yer alıyordu.
Çanakkale Savaşları’nı, Anadolu’nun kurtuluş mücadelesini bilmek boynumuzun borcu. Biliyor gibi yapmak nankörlüktür ve alçaklık.
Vatan sevgisini hamasetten korumak gerekir.
Ben vatanımı seviyorum; birilerine hain, satılmış demeden seviyorum.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? “Gömelim gel seni tarihe” desem sığmazsın.*
--------------
*Mehmet Akif Ersoy’un “Çanakkale Şehitlerine” şiirinden.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.