
"Enkazdan çıkarmak için Kastamonu'dan gelen madenci..."
Hatay Antakya'da yaşayan bir depremzede, enkaz altından notlar 5 başlıklı yazısında Kastamonu'dan kendisini kurtarmaya gelen madencilere yer verdi....

Depremzede Ufuk Bayraktar yazısında; "Hikayemdeki
tutarsızlıkları kavramak üç-dört günümü aldı.Temizlikçi sandığım insanlar beni
enkazdan çıkarmak için Kastamonu'dan gelen madenci ve İzmir'den gelen dağcı
gönüllü ekiplermiş. Ben hiç çıkmamışım, eşimle ve diğer isimler ile hiç
konuşmamışım..."
6 Şubat tarihinde yaşanan deprem afetinde en çok yarayı alan
Hatay ilinde bir depremzedenin Enkaz Altından Notlar' başlıklı yazıları dikkat
çekiyor. Depremzede Ufuk Bayraktar kaleme aldığı son yazısında kendisini enkaz
altından kurtaranların Kastamonu'dan giden madenciler olduğunu belirtti.
Depremzede Bayraktar'ın yazısı şöyle; "
"ENKAZ ALTINDAN NOTLAR - 5 (Son Bölüm)
Çadırdan Adana'ya
Kurulan çadır
hastanesindeki doktor ve hemşirelerin hiçbirini tanımıyordum ama sanki
yıllardır tanıyor gibiydim hepsini... Öyle şefkatle yaklaşıyorlardı ki gelen
her yaralıya, anlatabilmek mümkün değil...
Doktor hanım ilk
olarak kaç saat enkazda kaldığımı sordu, 'yaklaşık 15 saat' diye cevap verdiğimde
gözlerindeki inanmamazlığı şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü depremden 26 saat
sonra oraya getirilmiştim. Tüm vücudumu muayene ettikten sonra Adana'ya sevk
edileceğimi söyledi, bütün hastaneler yıkılmış ya da ağır hasarlıymış. 'Ben
iyiyim, sevke gerek yok' dediğimde 'burada röntgen bile yok, vücudunda kırıklar
var ve mutlaka tüm vücut tomografi ya da röntgen çekilmen gerekiyor' dedi. 'Sol
omzum dışında sorun yok, ben iyiyim' dediğimde 'kendini çok zorlamadan kalkmaya
çalış bakalım' dedi, elbette ki kalkamadım. Çift koldan damar yolu açılmıştı ve
sürekli sıvı veriyorlardı bana. Yaklaşık 2 saat sonra Başak Ablam geldi,
'nerdesiniz, niye beni yalnız bıraktınız' diye çıkıştım. Ablam beni ürkütmeden
bütün şehrin yıkıldığını, yolların çöktüğünü anlatmaya çalıştı, 'saçmalama,
sadece bizim mutfak yıkıldı' diye cevap verdiğimde dondu kaldı. Sonra Hasan ile
irtibat kurduk, bir çok dostum ve arkadaşım gibi endişeyle haber bekliyormuş
benden... Çalıştığı Adana Özel Medline Hastanesi'ne sevk edilecektik, sevk
sıram sürekli 'öncelikli' olarak belirtildi ama gelen acil hastaların
sevkleriyle yaklaşık 6-7 saat çadırda ambulans bekledik. Niğde 112'den takviye
gelen bir ekiple Adana'ya doğru yola çıktık, varışımız akşam 8'i buldu. Acilde
Gülay ve Yılmaz, okuldan arkadaşlarım Meral ve Özlem ile birlikte elbette Hasan
beni bekliyordu. Tüm filmlerim çekildi; kalça, omurga, kaburga, kürek ve
köprücük kemiklerimde toplam 13 kırık varmış. 'Nasıl olur Hasan, ben dün gece
yürüyordum' diye itiraz ettim. Paniklemeyim diye herhalde kimse bilinç
bulanıklığımı düzeltmeye kalkmadı, 'şu an durum net olarak bu' dedi Hasan ve
ortopedinin beni ameliyata alacağını söyledi. Zaten çok ağrım vardı ve ayağa
kalkamıyordum, anlamıyordum ama ikna oldum. Havada asılı ve sıkışık kaldığım
süre çok korktuğum 'Crush Sendromu'nun ortaya çıkmasına yetmiş; kas enzimlerim
çok yüksekti ve ameliyat ancak bu enzimler belirli ölçüde düştükten sonra
yapılacaktı.
Serviste takibe
alındım, yerimden kıpırdamadığım sürece ağrım olmuyordu ama en ufak hareketimde
inanılmaz ağrılarım oluyordu. Nihayet 10 Şubat Cuma günü ameliyatım yapıldı,
kalça kemiklerime ve köprücük kemiğime platin takıldı, diğer kırıklarıma
müdahale edilmeden iyileşmeye bırakıldı.
Eşimin öldüğünü
Adana'ya gelişimin ilk gecesinde idrak ettim. Hikayemdeki tutarsızlıkları
kavramak üç-dört günümü aldı.Temizlikçi sandığım insanlar beni enkazdan
çıkarmak için Kastamonu'dan gelen madenci ve İzmir'den gelen dağcı gönüllü
ekiplermiş. Ben hiç çıkmamışım, eşimle ve diğer isimler ile hiç konuşmamışım...
Enkazda aldığım yaraların
izi hala vücudumda duruyor, yüreğimi hiç sormayın!...
'Rabbim bir daha
yaşatmasın' diye dua ediyoruz ama bize bunları yaşatan bu çağda Rabbim değil,
kulları ne yazık ki; O'nun verdiği aklı ve vicdanı kullanmayı reddeden
kulları... Her ile bir vali, onlarca kaymakam var. Her ilin milletvekilleri,
belediye başkanları seçiliyor. Mimarlar, mühendisler bu işin okulunu okuyor!
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı her ilde örgütlü, yapı denetim firmaları bir tek
fatura mi kesiyor? Bu bir doğa olayı ile beraber planlayarak ve kasten katliam
yapmak değil de nedir bu bilgi ve teknoloji çağında? 'Avrupa bizi kıskanıyor'
sanırken bize ne nasıl acıdıklarını gördük... Biz gerçekten acınacak bir
toplumuz zira ne iktidar ne de muhalefet bu kıyımın gerçek sorumlularına bir
fatura kesmedi, bir kaç müteahhit dışında hiçkimseye soruşturma açılmadı,
açılması talep bile edilmedi...
'Kader'imiz ne yazık
ki insanını yaşatmaya çalışmayan siyasilerin elinde, onların da kaderi bizim
elimizde yani suçlu aslında biziz! Bizi 'can' yerine koymayan, sadece 'seçmen'
gözüyle bakıp günü kurtarmaya çalışan siyaseti (iktidarı ve muhalefetiyle) var
eden de biziz!
Hatay elden gitti
mesela, Hatay kalmadı. Buna yol açan düşman değil de nedir? Bu suç 'vatana
ihanet' değil de nedir? Hangi düşman on binlerce canımızı öldürebilir, yüz
binlerce canımızı yaralayabilir, milyonları evsiz birakabilirdi?"
Kaynak:
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.