Erdoğan’ın oyun planı!
...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili,
siyaseti takip eden herkesin üzerinde ittifak ettiği hususların başında,
Erdoğan’ın siyasi manevra ve strateji geliştirme kabiliyeti gelir.
Girdiği bütün
seçimleri kazanması, üst üste tek başına 20 yıla yakın iktidarda kalması ve çok
partili siyasi hayatta hem en uzun süreli Başbakan hem de Cumhurbaşkanı olması
gibi pek çok rekora sahip olan Erdoğan’ın bu başarısında, oyun kurma kabiliyeti
büyük önem arz eder.
Bu nedenle Türk
siyasetini domine etme yeteneğine sahip olan Erdoğan’ın mutlaka söyleyecek son bir sözü
vardır. AK Parti’nin içinde bu düşünce hep bir güvence olmuştur, bu günlerde
bile…
Kimsenin beklemediği
bir anda MHP’yi yanına çekerek Türkiye’yi Cumhurbaşkanlığı sistemine taşıyıp yürütmeyi tek
başına üstlenerek Türk siyaset tarihindeki en güçlü figür haline geldiğini
unutmayalım.
Daha önceki bir
yazımda; Erdoğan’ın oyun planının ne olacağına dikkat etmek gerektiğini, onun
oyun planını görmeden yapılacak siyasi tahminlerin kadük kalabileceğini
söylemiştim. Cümlem aynen şöyleydi: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, her şeye rağmen
siyaset sahnesini domine etmeyi sürdürüyor.
2023 yılı için bütün
planların “Erdoğan’a kaybettirmek” üzere kurgulandığının da çok net farkında.
Bu açıdan tüm toplum için şaşırtıcı bir karşı hamle ile hesapları alt üst
edebilir mi? Ben neden olmasın diyorum. Benim kanaatim; bugüne kadar sürekli
risk alan ve
kazanan Erdoğan, muhalefeti tek cephede toplayan mevcut kurguyu bozacak bir hamle
yapacaktır.”
Bugün geldiğimiz
noktada tam da böyle olduğunu görüyoruz.
Erdoğan, muhalefeti
tek cephede toplayan mevcut kurguyu bozacak yeni bir hamle yaptı.
Seçim barajını yüzde
7’ye düşüren yeni Seçim Kanunu, Erdoğan’ın yeni siyasi hamlesiydi.
Her ne kadar
görünüşte olay seçim
barajını yüzde 7’ye düşürmek olsa da arka plandaki hedef, muhalefetin ortak
hareket etme kurgusunu bozmaktı.
Küçük partilerin
seçim ittifakı içinde milletvekili çıkarmasına ve ‘artık’ oyların birleşerek
ittifakın büyük partilerine milletvekili kazandırmasına dayalı olan seçim
sistemi, yeni Kanun ile bozuldu. Bir diğer ifade ile Erdoğan, muhalefet
açısından “kazan-kazan” sistemini ters yüz etti.
Erdoğan, yeni Seçim
Kanunu ile Deva, Gelecek ve Saadet gibi partileri çok zor bir tercih yapmaya
mecbur bıraktı.
Bu partiler ya
geleneksel siyasi çizgilerine ve seçmen tabanlarına bir hayli zıt CHP’nin veya
en iyi ihtimalle İyi Parti’nin listelerinden seçime girecekler ya da
milletvekili çıkarabilmek için tek başlarına yüzde 7 barajını aşmaya gayret
edecekler.
Başka bir partinin
listesinden seçime girmek, bir parti için ilk seçiminde hiç arzulanmayacak bir
durum. Böyle bir karar, kurumsallaşma ve seçmen nezdinde bilinilirlik
hedefleyen partiler için arzulanmayacak bir durumdur.
Diğer seçenek ise
yüzde 7 barajını tek başına geçmeye kalmak ki, bu durumda o barajda boğulma
riski bir hayli yüksek!
Kabul edelim ki;
Erdoğan’ın küçük partileri her ihtimalde riskli olan bir tercihe zorlayan
stratejisi, beklenen de hızlı sonuç verdi.
İlk olarak Deva
Partisi lideri Ali Babacan, seçimlere kendi amblemleriyle, kendi listelerinden
girecekleri duyurdu.
Ardından Gelecek
Partisi Lideri Ahmet Davutoğlu, kendilerinin bu kararı daha önce verdiğini
iddia ederek partisinin seçimlere kendi listesinden ve logosuyla gireceğini
ilan etti.
Böylece AK Parti’den
seçmen koparması beklenen bu iki partinin durumu bir hayli zora girdi.
Zira yeni sistem
gereği, ittifak içinde olsalar da parti olarak yüzde 7’yi geçmeleri ve milletvekili
çıkarmaları bir hayli zor.
Meclis’e giremeyecek
duruma düşen partilerden seçmenin kaçacağı da bir Türkiye gerçeği.
Diğer yandan benim
kanaatime göre yanlış bir tercih yaptılar.
Kurumsallaşma veya
bir gövde gösterisi uğruna kendi listelerinden seçime girmeye kalkmak, bu
partiler için çok büyük bir siyasi risk.
Zira Davutoğlu’nun
inandırıcılık sorunu, Babacan’ın ise ‘Gölge Lider’ görüntüsü hala devam ediyor.
Ahmet Davutoğlu’nun
Gelecek Partisi etkili bir çıkış yapamadı. Hoca’nın kadrosu bir hayli zayıf
kaldı. Davutoğlu’nun bizzat siyasete sokup milletvekili yaptığı pek çok isim
Gelecek Partisi’nde kurucu bile olmadı. Ayrıca Davutoğlu, Başbakanlığı
döneminde ses çıkarmadığı pek çok konuda bugün yüksek perdeden tepki verince
inandırıcılık sorunu ortaya çıkıyor.
Özellikle
Başbakanlık elinden alınırken ses çıkaramayan Davutoğlu, hala seçmenin zihninde
bu durumu izah edebilmiş değil. Ben soruyorum! Yüzde 49 oy almış bir partinin Genel Başkanı ve
rekor bir oy ile seçilmiş bir Başbakan iken, sana ‘kalk o koltuktan’ denilince
kalkıyorsan, kime neyi anlatacaksın? Hangi siyasi iddiana kim inanır? Dün, el
pençe ‘tamam efendim’ dediğin Erdoğan’ın karşısına, güya zayıf dönemini
kollayıp çıkmaya kalktığında sana kim itibar eder?
Siyasette zamanlama
son derece önemlidir.
Siyasi ayrılıklar ve
yeni siyasi yolculuklar her zaman meşrudur.
Ama bunun
zamanlamasının hem ahlaken hem de siyaseten doğru olması şart.
Bunun son dönemdeki
en iyi örneği, Meral Akşener’in kurduğu İyi Parti’dir.
MHP’de Genel Başkan olacak kadar
delege desteğine ulaşmasına karşın yargı eliyle ve siyasi iktidarın
müdahalesiyle önü kesilince, gecikmeden partisini kurdu. Ve Akşener, Türk
siyasetinde örneği çok az bir başarıya uluşarak partisini kurumlaştırmayı,
kalıcı olarak varlık göstermeyi başardı.
Türk siyasetinde ana
gövden koparak, büyük iddialarla kurulan çok fazla siyasi parti vardır, ancak
bunlardan ayakta kalabilenlerin sayısı bir elin parmağını geçmez. Akşener bu
anlamda tarihi bir başarıya ulaşarak, hatta bugün geldiği nokta itibariyle
içinden çıktığı MHP’den daha büyük bir büyük bir seçmen desteğine erişerek
siyaset tarihe geçmiştir.
Davutoğlu açısından
da Erdoğan ile bir siyasi kavgaya girecekse bunun doğru zamanı, haksız yere
Başbakanlık elinden alındığı dönemdi. Bunu yapmadığı veya yapamadı için
inandırıcılık sorunu her zaman kendisini takip edecektir.
Esas dikkatlerin
yoğunlaştığı isim Ali Babacan. Toplumda Babacan’a yönelik bir beklenti oluştuğu
aşikar. Özellikle AK Parti iktidarlarının ekonomideki en parlak dönemlerinde
Babacan imzasının olması beklentiyi yükseltiyor. Ancak liderlik sorunu yaşadığı
tartışmasız. Babacan, hitabet açısından Erdoğan ile kıyaslanamayacak ölçüde
dezavantajlı. Geniş kitlelerle sıcak ilişki kurabilecek tabiatta da değil. Çok
iyi bir teknokrat olmakla birlikte iyi siyasetçi olabileceği konusunda ciddi
endişeler var.
Babacan’ın,
ekonomide işlerin bu derece kötü gitmesine karşın yeterli ilgili görmemesini
ben de şaşkınlıkla izliyorum.
Yeni partiler için
en büyük handikap hiç şüphesiz AK Parti seçmeni nezdindeki algıları. Neredeyse
üzerinde ittifak edilen ortak kanaat, hem Davutoğlu hem de Babacan’ın
koltukları ellerinde alındığı için siyasi kavgaya giriştikleri.
Deva ve Gelecek bu
sorunları aşmaya çalışırken, Erdoğan’ın onları Meclis dışında tutacak siyasi
hamlesi geldi.
Her iki parti, tam
da Erdoğan’ın isteği gibi kendi başlarına seçime girmeye kalkarak büyük bir
siyasi risk aldılar.
Bana göre yapmaları
gereken, İyi Parti ile bir sağ blok oluşturup seçime bu şekilde tek listeden
girmeleriydi. İyi Parti içinde erime riskini barındıran bu hamle yerine kendi
listelerinden seçime girme tercihi, iki parti için çok zorlu bir süreni ilk
adımı. İzleyip göreceğiz…
Son tahlilde
Erdoğan, yeni seçim kanunu marifetiyle yaptığı siyasi hamle sonucunda Millet
İttifakının kurgusunu bozdu. Her ne kadar aksi yönde açıklamalar gelse de Deva,
Gelecek ve Saadet açısından konfor alanı tamamıyla kayboldu. Millet İttifakı
içinde, kendi amblem ve listeleriyle seçime girip baraj sorunu olmadan
milletvekili çıkarmak yerine şimdi ittifak içinde olsalar da yüzde 7 barajını
aşmaya çalışacaklar. Artık oyları da ittifak için milletvekili sayısına etki
etmeyecek. Bu yeni durumun beklenenden daha büyük siyasi sonuçları olacağını
tahmin ediyorum.
Erdoğan’ın son
siyasi hamlesiyle, Meclis aritmetiği Cumhur ittifakı lehine şekilleneceğe
benziyor.
Cumhurbaşkanlığı
seçiminin sonucunu ise ekonomi belirleyecek.
Ekonomi cephesinde
ise şu an için işler hiç ama hiç iyi gitmiyor.
Türk siyasetinin
önemli isimlerinden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, “Boş tencerenin
deviremeyeceği hükümet yoktur.” sözünü bir kere hatırlatmak
istiyorum.
AK Parti iktidarının
bir an önce toplumun ana gündemi olan ekonomiye odaklanması şart.
Sanıyorum
Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle dövizde yaşanan büyük dalgalanma sonucu
ekonomi cephesindeki gerçeği daha net gördü. Ve yine görüyorum ki, özellikle
dış politika kurgusunu Türkiye’nin ekonomik gerçekliğine göre yeniden dizayn
ediyor. Yani Erdoğan, ekonomi cephesinde de yeni bir strateji kuruyor.
Bu konunun
detaylarını bir başka yazıya bırakarak gündemin sıcak başlığı Gezi kararı ile
ilgili de tarihe notlarımı düşeyim.
İktidar cephesinde
bile, Gezi kalkışması davasında Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet, diğer
sanıklarından da bir hayli ağır cezası almasını savunan pek fazla isim yok.
Hatta tam tersi
çıkışlar yapıp, partisiyle ters düşen çok isim var. Önemli bir bölümü perde
önünde susarken özel sohbetlerde bu konuda kantarın topuzunun kaçtığını ifade
ediyorlar.
Adalet, bugün
toplumun en önemli taleplerinin başında geliyor. Şunu vurgulayayım da farklı
yerlere çekilmesin sözlerim. Gezinin bir kalkışma olduğuna inananlardanım,
bunun bir kalkışma girişimi olduğu şüphe götürmez. Ve toplum o günlerde etkisi
hala devam eden büyük acılar yaşadı.
Ancak üzerinden
bunca zaman geçtikten sonra; seçmen tabanını konsolide etme amacına dönük
olduğu düşünülen bu karar, vicdanlarda ve adalet duygusunda bir yara açtı.
Belki siyaseten işe
yarayabilir. Fakat toplumun kapanmaya yüz tutmuş yaralarını kanatmanın, uzun
vadeli olarak ülkeye kazanç getirmeyeceği aşikar.
Söz konusu adaletin
tecellisi ise, orada konuya siyasi yaklaşmamak gerekir. Adaletle oynayarak
belki kısa vadede kazanabilirsiniz ama yarınları kaybedeceğinizden şüpheniz
olmasın!
Unutmayalım, Adalet
bir gün herkese lazım olur…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.