Dünün Güneşiyle Bugünün Çamaşırı Kurur Mu?
...
AK
Parti Yeniden Toparlanabilir mi?
Siyasetin çok hareketlendiği bir dönemin içerisindeyiz.
Öyle ya da böyle, Türkiye seçim atmosferine girmiş bulunuyor.
Seçimler
zamanında yapılsa bile, 2023 Haziran’a yaklaşık 1,5 yıllık süre kalması,
Türkiye’nin seçim sürecine girdiği gösteriyor.
Bu süreçte
muhalefet atak üstüne atak yapıyor. Sokağa çıkıp halkın nabzını tutuyor.
Ancak bütün
gözler yine de AK Parti’nin üzerinde.
Zira
muhalefetin alacağı oyu, esasında AK Parti’nin performansı belirliyor.
Bir
sosyolojik vaka olarak belirtmek gerekir ki; son 20 yılda Türkiye’de muhalefet,
sınırlı bir kesim hariç, kendi olduğu için oy alamıyor.
AK
Parti’nin hataları nedeniyle kendine yeni bir adres arayan seçmen, kerhen
muhalefet partilerinden birini tercih ediyor.
Bu siyaset
olgusu, AK Parti’nin sosyolojik olarak dayandığı seçmen kitlesinin büyüklüğünü
ve önemini çok açık şekilde ortaya koyuyor.
Ancak bu
sosyolojik olguyu, ‘tükenmez bir güç, bitmez bir deniz’ gibi görme hastalığı AK
Partiyi içten içe kemiriyor.
‘Her
durumda kazanırız’ özgüveni, çok inanılmaz hatalar yaptırabiliyor.
Nitekim bugün yaşadıklarımız tam olarak bu.
Uzun bir süredir Türkiye’nin gerçek sorunlarına kulak tıkandığı,
günü kurtarma anlayışıyla temel sorunların üzerinin örtüldüğü bir vaka.
Hasır altına süpürülen pek çok sorunun bugün AK Parti’nin
karşısına çok daha büyüyerek çıktığını görüyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, ünlü İngiliz
gazetesi Financial Times, Türkiye’nin son dönemde ekonomisini ve Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın hamlelerini kaleme alan kapsamlı bir analiz yayınladı.
Bu yayın hem içeriği hem de zamanlamasıyla bir
hayli önemli.
Yabancıların burnunun iyi koku aldığını söylemeye
gerek yok sanırım.
Bu yayın tek başına, Türkiye’de siyasetin hızla
ısınmaya başladığını göstermeye yetiyor.
Ancak içeriği bir hayli önemli.
Financial Times’ın AK Parti içerisinden
kaynaklarına dayandırdığı iddialara göre pek çok parti yetkilisi kötü gidişat
konusunda inandığı gerçekleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a söyleyemiyor.
Söyleyebilen de tepki ile karşılaşıp bazen yalan söylemekle itham edildiği
dışarı sızıyor.
Örneğin Merkez Bankası’nın faiz indirimi konusunda neredeyse bütün
uzmanlar ve teknokratlar, yürütülen politikaların yanlış olduğu, mevcut
yaklaşımın dolar kurunu yukarıya doğru zıplatmaktan başka bir işe yaramadığı
konusunda hem fikir.
Nitekim olanı biteni izleyip ortaya çıkan sonuca bakınca, faizi
indirme baskısı son tahlilde doların zıplamasından başka bir işe yaramadı.
Örneğin Naci Ağbal döneminde aynı faiz oranlarıyla dolar 7,5 TL seviyesinde
dengelenmişken ve aşağı doğru gitme eğilim güçlüyken şimdi 9,5 TL seviyesinde
ve yukarı yönlü eğilimini koruyor.
Dolar kurundaki 2 TL artışın Türkiye ekonomisine getirdiği korkunç
yükün farkında değil miyiz?
Dolardaki artışın sıradan insanların hayatına nasıl zam yükü ve
hayat pahalılığı olarak yansıdığı ortada. Tek bir örnek vereyim. Akaryakıt ve
elektrik/doğalgaz fiyatları alıp başını gitti. Zira Türkiye’nin doğalgazı/petrolü
yok. Dolardaki her bir kuruşluk artış, Türkiye’nin enerji maliyetini önemli
ölçüde artırıyor ve bu da zam olarak vatandaşa yansıyor.
Peki o
zaman bu kısır döngü neden kırılamıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz konusundaki yaklaşımı, anlaşılabilir
bir makro bakış.
Ancak bu temel ve haklı yaklaşımın ekonomi politikalarına teknik
olarak yansımasının zamanlaması ve planlaması çok önemli.
Bu noktada ekonomi kurmaylarının süreci doğru yönetmesi gerekirken
bütün ara mekanizmaların, başta danışma ve iştişare kurullarının işlevsiz
kaldığı görülüyor.
Bugün muhalefetin bile öve öve bitiremediği,
referans olarak gösterdiği 2002-2014 arası dönemde, güçlü bir ekonomi
bürokrasisi ve kurumsal yapı Türkiye ekonomisini başarıdan başarıya taşıdı. Çok
çabuk unutuyoruz. 2010 yılında Türkiye Merkez Bankası, dünyanın en başarılı 7
merkez bankasından biri seçildi.
O günki noktadan bugünlere nasıl geldik?
Financial Times makalesi bu açıdan daha da
önemli.
İstişare mekanizmalarının yok olduğu, karar
vericilerin etrafını dalkavukların sardığı, hiçbir dava duygu ve düşüncesi
olmayan bazı kişilerin dalkavukluk yaparak makam, mevki ve kazanç elde ettiği,
bilenlerin sustuğu veya susturulduğu bir sistem ortaya çıkmışsa, ellerimizi
başımızın arasına alıp çokça düşünmemiz gerekir.
AK Partili dostlara şunu açıkça söylemek isterim.
Sokağın sorunu son derece gerçek.
Türkiye, yıllardır hasıraltına süpürülen
sorunlardan dolayı önemli ekonomik sorunlarla karşı karşıya.
Bunun çözümü, sorunları dile getirenlere ‘yol
yaptık, köprü yaptık’ diye cevap vermek değil.
Yol, köprü dünün gerçeğiydi ve bugün sorun
yaşayan geniş kitlelere, özellikle genç kuşağa bir şey ifade etmiyor artık.
Unutmayalım, “dünün
güneşiyle, bugünün çamaşırı kurumaz.”
Tekrarlamakta ve hatırlamakta fayda var;
Karl Marx tarafından ortaya atılan
“Ekonomik Determinizm”
kavramı geçerliliğini daima koruyor. Malum Karl Marx, Ekonomik Determinizm kavramıyla, ekonominin
belirleyiciliğine vurgu yapar ve ekonominin diğer tüm siyasi ve
sosyal düzenlemeleri belirlediği teorisini savunur.
Türk siyasetinin önemli isimlerinden 9.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in“Boş tencerenin
deviremeyeceği hükümet yoktur.” sözü de, Karl Marx’ın bu kavramının Demirelcesidir.
Ekonomi politikalarıyla ilgili söylenecek o kadar çok şey
varki…
Hepsi bir yazıya sığmaz hem de uzman olduğumuz bir alan
değil.
En inanılmaz olanı, AK Parti’nin en güçlü olduğu yerden peş
peşe gol yemesi.
AK Parti, doğru ekonomi politikalarıyla AK Parti oldu.
En zor zamanlarda, popülizm yapmadan kitlelere ekonomik
gerçekleri anlatarak, içerde ve dışarıda güven tesis ederek, gerektiğinde acı
reçeteyi uygulayarak Türkiye ekonomisini güçlü temellere oturtan AK Parti’nin
sokağın gerçeklerinden bu kadar uzaklaşmış olmasını anlamak gerçekten çok zor.
AK
Parti’nin şansı, sosyolojik olarak oturduğu ana damar nedeniyle geniş
kitlelerin gözünün hala üzerinde olmasıdır.
Bugün
hem içerde hem dışarıda gözler, AK Parti’nin izleyeceği politikalara kilitli
durumda.
Hala
geniş kitleler, gönül verdiği AK Parti’nin gerçek sorunlara/ gündeme dönüp
toparlanmasını bekliyor.
Bu
elbet de mümkün. Ancak öncelikle gerçek bir öz eleştiriyle sorunların tespit
edilmesi, hukuk ve hakkaniyetin itinayla tesis edilmesi gerekiyor.
Toparlanma
mümkün elbette. Ama bir hayli de zor. Zira köprünün altından çok sular aktı.
Meslekte
hocam olarak gördüğüm gazeteci bir arkadaşımın o gün katılmadığım ancak bugün
hak verdiğim şu sözleri çok manidar: “AK Parti Türkiye’de pek çok ilki
gerçekleştirdi. Korkarım bu gidişle bir ilki daha gerçekleştirip CHP’yi iktidar
yapacak”
Bu söz önemli bir hakikati barındırıyor. Eğer bu gidişle CHP
iktidar ya da iktidarın bir parçası olacaksa, bu AK Parti’nin yanlışları
neticesinde olacak.
Yoksa CHP hep bildiğimiz CHP. Ve toplumun CHP’ye bakışı da öyle
bugünden yarına değişecek nitelikte değil. Zira CHP’nin genlerini ve kodlarını
bu ülkenin geniş muhafazakar kitleleri çok yakından tanıyor. Daha dün
diyebileceğimiz kadar yakın bir zamanda; genç kızların eğitim haklarının
engellenmesini giyim kuşamları nedeniyle cansiperane savunabilen CHP ne kadar
değişmiş olabilir ki?
O yüzden gazeteci arkadaşım haklı. Eğer CHP iktidar olacaksa, bu
onların sağladıkları güven ya da vaatleri nedeniyle olmayacak.
Bu AK Parti’nin aynı yanlışlarda ısrar etmesi, hatalarından ders
almaması, hakkaniyet ve adaleti tesis edecek mekanizmaları yeniden kuramaması
nedeniyle olacak.
‘Köprüden önceki son çıkış’ tabelası hala AK Parti için önünde
duruyor.
Mesafenin çok hızlı kısaldığı ise diğer bir gerçek…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.